Türkiye’nin ilk MFIAP ünvanlı fotoğraf sanatçısı olan Ali Rıza DEMİR ile fotoğraf üzerine keyifli bir röportaj.
Ali Rıza Demir
1970 yılında Adana’da doğdu. 1993 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun oldu. 2006 yılında Yönetim ve Organizasyon dalında yüksek lisans yaptı. 2014 yılında da Fotoğrafçılık ve Kameramanlık bölümünden mezun oldu. Fotoğrafla 1985 yılında lise çağlarında arkadaşlarının anı fotoğraflarını çekerken tanıştı. Bir ifade biçimi olarak fotoğrafı 2006 yılında kullanmaya başladı. Fotoğraf eğitimi ile ilgili okuma, izleme ve üretme süreçlerini hep birlikte yürüttü. Çeşitli kurum, kuruluş ve derneklerde fotoğraf eğitimi ve seminerler verdi. Uluslararası yarışmalarda jüri üyelikleri yaptı. Ulusal ve uluslararası birçok yarışmada ödüller aldı, fotoğrafları sergilendi ve yayınlarda yer aldı. Karma sergilere katıldı, kişisel gösteriler yaptı. Fotoğraflarının birçok uluslararası fotoğraf yarışmasında başarılı görülmesi üzerine, FIAP (Uluslararası Fotoğraf Sanatı Federasyonu) tarafından 2010 yılında AFIAP(Artist:Sanatçı) unvanı ve 2011 yılında da EFIAP(Excellence:Mükemmellik) unvanı ile ödüllendirildi. FIAP yönetim kurulu, fotoğraf sanatı dalındaki tüm başarılarını göz önünde bulundurarak 2013 yılında FIAP Usta Fotoğrafçı MFIAP(Master:Usta) unvanını verdi ve MFIAP unvanını alan ilk Türk fotoğrafçı oldu. “Fotoğrafı bir araç ve anlatım dili olarak kullanmak ve diğer sanat disiplinleri ile beraber düşünmek.” için 2011 yılında “Perspektif Fotoğraf ve Sanat Atölyesi”ni kurdu.
Fotoğrafı bir ‘’ifade’’ biçimi olarak kullandığınızı belirtiyorsunuz. Fotoğraf çalışmalarınıza nasıl başladınız ve neden fotoğraf?
İnsan bazen etkilendiği bir konuda ya da kendi yaşamından bir kesit ile ilgili bir hikâye anlatmak istiyor. Bu bazen yazı, bazen şiir ile olurken; ben hikâyelerimi anlatmak için kelimeler yerine fotoğrafı tercih ettim.
Lise yıllarında da fotoğraf çekiyordum. 2005 yılı sonlarına doğru fotoğraf makinasını tekrar elime aldım ve dijital fotoğraf makinası ile tanıştım. Fotoğrafta dönüm noktalarımdan biri de 2006 yılında Erhan SEVENLER (Anadolu Ajans foto muhabiri ve editörü) ile tanışmak oldu. Ben herhangi bir şekilde fotoğraf üzerine bir eğitim almadım, eğitimime Erhan Hocam ile başladım ve bu eğitimde fotoğraf bakış açım tamamen değişti. Bu süreçte Magnum Fotoğraf Ajansı’nın sanatçılarını ve eserlerini incelemeye başladım ve aynı zamanda Prof. Sabit KALFAGİL’in “Fotoğrafın Yapısal Öğeleri ve Fotoğraf Sanatında KOMPOZİSYON” kitabı ile tanıştım ve ilk okuduğum kitap da bu oldu.
Peki sonrasında fotoğraf veya fotoğrafçılık ile ilgili bir eğitim aldınız mı?
Biraz önce de bahsettiğim gibi başlangıçta akademik bir eğitim almadım ama daha sonra Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık bölümünü okudum. Fotoğraf eğitimi konusunda en büyük eğitimin okuma ve izleme olduğuna inanırım. Dokuz Eylül Üniversitesi Fotoğraf Bölümünde öğretim görevlisi ve aynı zamanda İzmir Fotoğraf Sanatı Derneği (İFOD) Yönetim Kurulu Başkanı Yrd.Doç.Dr. A. Beyhan ÖZDEMİR Hocam fotoğraf yaşamımın okuma kısmına çok büyük bir ışık tutmuştur. Beyhan Hocam 2009 yılında fotoğraf eğitimi için bir kitap listesi hazırlamıştı benim için. O listedeki kitapları ve okuduğum kitapların kaynakçalarında bulunan kitapları temin ederek fotoğraf ve sanat adına ciddi bir kütüphanemiz oldu ve okumaya hiç ara vermedim. Şimdilerde ise Prof. Sabit KALFAGİL Hocamızın evinde sık sık bir araya geliriz; sohbetlerimizi, fotoğraf ve diğer sanat disiplinleri adına bir eğitim olarak değerlendiririm.
Merih AKOĞUL da özelikle yakından takip ettiğim hocalarımdan biridir. Hocamın çeşitli dergi ve kitaplarda fotoğraf yazılarını okur, Yapı Kredi Sanat ve Yayıncılık’ın “Fotoğraf Kulübü”nün seminer ve sohbetlerine katılırım.
Yine çeşitli zamanlarda Marmara Üniversitesine giderek oradaki öğretim görevlileri ile bir araya geliriz; Doç.Dr. Emre İKİZLER hocam ile sohbet eder, Mustafa Bilge SATKIN hocamın misafir olarak derslerine girerim. Üniversitedeki hocalarımın dersteki eğitim yöntem ve metotları ile fotoğrafa yeni başlayan öğrencilere davranışlarını incelerim. O derslere girmek de ciddi bir eğitimdir benim için. Yani eğitimim hala devam ediyor, öğreniyorum.
Fotoğraf benim yaşam tarzım haline geldi. Çekerim, çekemiyorsam okurum, okuyamıyorsam izlerim.
Kitaplar dediniz, yeni başlayanlara ve fotoğrafçılıkla ilgili kitap arayışında olanlara bir kitap önerisinde bulunur musunuz?
Fotoğraf üzerine o kadar çok kitap var ki yeter ki insanlar okumak istesin. Öncelikli olarak şu birkaç kitabı okumalarını tavsiye ederim: “Fotoğrafın Yapısal Öğeleri ve Fotoğraf Sanatında KOMPOZİSYON” Prof. Sabit KALFAGİL; “Fotoğraf Üzerine” Susan SONTAG; “Camera Lucida, Fotoğraf Üzerine Düşünceler” Roland BARTHES ve “Fotoğrafın Kısa Tarihçesi” Walter BENJAMIN. John Berger’in kitaplarını da çok beğenirim ve tavsiye ederim. En son John Berger’in yeni çıkan ‘’Bir Fotoğrafı Anlamak’’ kitabını okudum.
Yarışmalar üzerinden gidecek olursak, yarışmaların fotoğrafa yeni başlayanları olumsuz etkilediği, sadece yarışmalardaki fotoğrafları takip etmeye başladıkları veya yarışma fotoğrafları çekerek ‘’tek kare’’ fotoğrafçısı oldukları yönünde eleştiriler ve görüşlerde var. Bu konudaki fikriniz nedir?
Başta da söylediğim gibi ben fotoğraflarımla hikaye anlatmak istiyorum. Tabi farklı yaklaşımlar da var. Örneğin fotoğraf tektir diyenler de var, bir dizi fotoğrafın filme öykünme olduğunu söylerler aynı zamanda. Tek tek fotoğraf çekerek de iyi fotoğrafçı olursunuz. Örneğin W. Eugene Smith bir konu çerçevesinde foto-röportaj yaparken, Henri Cartier-Bresson an fotoğrafçısıdır (Kiitabı: Karar Anı-Decisive Moment), tek fotoğraf çekmiştir. Kendim için şunu söyleyebilirim; Hiçbir zaman yarışma için fotoğraf çekmedim. Çalıştığım projeler içinden fotoğraf seçerek yarışmalara gönderdim.
Yarışma fotoğrafçılığına gelince; Yarışma fotoğrafçılığı fotoğrafçıya bir şey katmaz. Yarışma fotoğrafçılığı; jürinin veya belirli bir camianın beğenileri doğrultusunda fotoğraf çekmeye yönlendirir fotoğrafçıyı, bu da fotoğrafçıyı taklitten öteye götürmez. Örneğin bir yarışmada ‘’çadır deliğinden bakmış çocuk’’, ‘’Çıldır gölünde havada balık’’ ya da “Bitlis’in Güroymak ilçesinde manda yetiştiriciliği” fotoğrafı dereceye girdiyse, yarışma fotoğrafçıları ve fotoğraf yeni başlayan fotoğrafçılar bunlardan etkileniyorlar ve bu tarz fotoğrafın peşinden gidiyorlar. Fotoğrafçılar oralara gidip böyle fotoğraflar çekmeye çalışıyorlar ve bu fotoğrafı çektirmek için de fotoğrafçıları oraya götürecek “foto-turizm” oluşuyor. Elbette her sanat taklitle başlar ama özgünlüğün başlama noktası ve kıstası nedir. İşte bu noktada foto-röportaj ve fotoğrafla bir hikâye anlatmak önemli. Röportajın bu bölümünde, hikâyemin bu paragrafında böyle bir fotoğrafım olmalı diyebilmek özgün fotoğrafa yaklaşmaktır. Asıl fotoğrafik gelişim, özgünlük o zaman başlar.
Konu eğitim ve yeni başlayanlardan açılmışken Türkiye’de eğitim veren fotoğraf dernekleri, fotoğraf kulüp ve grupları ile ilgili düşünceleriniz neler? Üyesi olduğunuz dernek veya kurumlar var mı?
Mersin Fotoğraf Derneği üyesiyim. Fotoğraf derneklerinin amacının öncelikle fotoğrafa yeni başlayanlara fotoğrafı sevdirmek olması gerektiğini düşünüyorum. Bunun yanında, fotoğrafı diğer sanat disiplinleri ile beraber, düşünsel ve işlevsel boyutlarda yaşatmayı da amaç edinmelidirler. Derneklerle ilgili beklentilerim çok ama sayılı derneklerde bunların karşılığını bulabildim. Örneğin konu itibari ile bir yıla yayılmış bir fotoğraf çalışması yapmalılar, atölyeler kurmalılar; bu çalışmaların sorumlusu da, sanat yönetmeni de, yönetmeni de olmalıdır. Üyelerini bir araya getirip kooperatif şeklinde üretim yapmalarını beklerim. Derneklerin temel fotoğraf eğitimleri vererek, dernek dışından konuklar davet ederek ve ayda birkaç etkinlik yaparak bir yere varabileceğine inanmıyorum; ayakta kalabilirler ama aynı basamakta. Derneklerin içsel olarak kendi üyeleri ile üretimlerinin olması gerektiğini düşünüyorum.
Verilen temel eğitimlerin yetersiz kaldığını mı düşünüyorsunuz?
Hayır, tam olarak o değil. Asıl sorun; fotoğraf derneklerinde temel eğitimden sonra neler yapıldığı ve sonrasının ne şekilde doldurulabildiği. Temel eğitimi aldıktan sonra ben fotoğrafa devam etmek istiyorum diyen insanlara yol gösterecek oluşum ve sistemler düşünülmeli. Bunları gittiğim yerlerde söylüyorum, konuşuyoruz ama derneklerin yapı ve güçleri de önemli; örneğin bu çalışmalar için yeterli üyeleri var mı, varsa gönüllüler mi, bunları yapmak için istek var mı, hepsi önemli. Derneklerde sadece koltuk ve prestij sahibi olmak için başkan olmamak, yönetim kurulunda adının geçmesi için var olamamak gerekiyor. Mesela; İFOD için Yrd.Doç.Dr. A. Beyhan ÖZDEMİR ve beraberindeki emeği geçen değerli üyeleri büyük bir şanstır. 3’üncü kez Uluslararası Fotoğraf Günlerini yaptılar, ben de katıldım. Türkiye’den ve yurt dışından çok sayıda fotoğraf sanatçısı ve akademisyeni bir araya getirdiler. Etkinlikte, Türkiye ile dünya fotoğraf sanatındaki gelişmeleri, yeni anlatım tekniklerini akademik ve bilimsel açıdan tanıtmak, evrensel bir dil olan sanat diliyle farklı ülke ve kültürler arasında paylaşımda bulunarak ortak bir değer olan sanat alanında izleyicileri buluşturdular. 4 gün boyunca sergi, gösteri, konferans, panel ve oturumların tamamını takip ettim, bütün organizasyon çok iyiydi. Bunu bütün dernekler yapmalı diye düşünüyorum.
Dernekler fotoğrafı sevdirmek adına temel eğitim semineri sonrası çözümler üretmeli. Örneğin Mersin’ de bir buçuk yıl süreli “Fotoğrafı bir araç ve anlatım dili olarak kullanmak ve diğer sanat disiplinleri ile beraber düşünmek.” için 2011 yılında “Perspektif Fotoğraf ve Sanat Atölyesi”ni kurdum. Atölyedeki 10 arkadaşla beraber ‘’TAKSİ’’ konusunu çalıştık. Çalışılmamış bir konuydu ve Mersin dâhil olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde taksi ve taksicilerin yaşamlarını fotoğrafladık. Bu konuyu çalışırken atölyede sunumlara, kitap okumalarına, fotoğraf eleştirilerine de yer verdik.
Peki fotoğraf çekelim diyenler haksızlar mı? Fotoğraf makinesi almışlar, enstantane, diyaframı öğrenmişler, başlıca kompozisyon kurallarını da öğrenmişler fotoğraf çekmesinler mi? Böyle lanse edilmiyor mu fotoğraf eğitimleri? En azından birkaç portrede mi çekmesinler?
Sadece görünenin fotoğraf makinası tarafından kayıt altına alınmasından, vesikalık fotoğraftan bahsetmiyoruz. Portre çekmekten; fotoğrafı çekilen kişinin, kimliği, ifadesi, ruh hali, kişili vb. fotoğrafa aktarılabiliyor mu bundan bahsediyoruz. Eğitimlerde diğer sanat disiplinlerinden bahsedilmesi gerektiğini, fotoğrafçıların en azından fikir sahibi olmaları gerektiğini düşünüyorum. Örneğin; Ernesto Che Guevara’nın öldürüldükten sonra ki Vallegrande Kasabasında bir ahırda beton bir çeşme yalağının üstünde Freddy Alborta tarafından çekilen cesedin fotoğrafıyla, Rembrandt’ın “Dr.Nicolaes Tulp’un Anatomi Dersi” tablosu arasında bir benzerlik var mıdır? Ya da fotoğraf, Mantegna’nın “Ölü İsa” tablosunu düşündürür mü bize? Bir fotoğrafçı salt deklanşöre basan fotoğrafçı olamamalı. Kendisinden önceki fotoğrafçılar neler çekmiş araştırmalı, kendi dönemindeki fotoğrafçılar ya da sanatçılar neler yapıyor bilmeli. Bilmeli ki ‘’ben neyi anlatmalıyım/anlatıyorum, benden önce veya şuan bu konuyu çalışan var mı, nelere değinmiş vb.’’ sorusuna cevap bulabilsinler.
Er Ryan’ı kurtarmak filminin ilk sahneleri, yine Robert CAPA’nın “Normandiya Çıkartması” fotoğraflarından esinlenilerek çekilmemiş midir? Bir fotoğrafçı da çok izler ve incelerse fotoğrafı çekerken o sahneler aklına gelecektir. Bu tam anlamıyla bir taklit sayılmaz iyiyi görmeyi öğrenecektir ve neden bu fotoğraf sorusunu soracaktır kendine.
Diğer sanat disiplinlerinde olduğu gibi fotoğrafta da belirli kurallar var. Bu kurallara fotoğrafta ne kadar gerekli ve uyguluyor musunuz?
Görsel sanatların kuralları genelde hep aynıdır; ışık, yerleşim, bakış açısı vb. Güzel herkes için güzeldir, güzelin ve estetiğin olmazsa olmaz öğeleri vardır. Örneğin Prof. Sabit KALFAGİL’in “Fotoğrafın Yapısal Öğeleri ve Fotoğraf Sanatında KOMPOZİSYON” kitabı bir yol göstericidir. Her zamanda kareyi üçe bölün, konuyu altın noktalara yerleştirin demiyorum. Ama bunları uygulayabildiğimiz fotoğraflar gerçekten güzel oluyor mu, oluyor. Ya da Leonardo da Vinci’nin ünlü Mona Lisa tablosu neden güzel? Mona Lisa’nın güzelliğinden bahsetmiyorum, resmin güzelliğinden bahsediyorum; güzel çünkü matematik var resimde, altın oran var. İyi fotoğraflara resimlere baktığımızda da böyledir. Bunlara itiraz etmenin pek de bir anlamı yok. İster an fotoğrafı olsun, ister journalist fotoğraf olsun, isterse doğa fotoğrafı olsun yerleşimi iyi yapılmış, ışığı iyi kullanılmış fotoğraf her zaman daha güzeldir.
Proje fotoğraflarınızı nasıl seçiyorsunuz?
Ben bir konuyu bitirdikten sonra öncelikle dijital ortamda seçer, sonra fotoğraflarımın baskılarını (10cmx15cm) alırım, daha sonra da fotoğrafçı arkadaşlarıma gösterir onlara seçim yaptırırım. Son olarak fotoğraf eğitimi almamış, fotoğrafla uğraşmayan bir iki kişiye daha gösteririm. Buradan şu sonuca varıyorum ‘’güzel herkes için güzel’’dir. Steve McCurry’nin meşhur Afganlı Kız fotoğrafına herkes “güzel” der.
Fotoğrafı çekme kararını nasıl verirsiniz? Fotoğraf konusunda sizi heyecanlandıran anlar nelerdir?
Hikâyesi olan görseller beni çok etkiler. Önce ışık… Özellikle “Rembrandt Aydınlatması”nı çok severim. Bu aydınlatma biçimi görüntü boyutu içinde görsel olarak ortaya çıkan, gölgelerle bezenmiş ışıklı lekeler ve karanlık alanlar oluşturmaktadır. İnsan veya objede yarattığı hacimsel etkiyi çok severim.
Günümüzde fotoğrafçıların ve yeni başlayanların yapmadığı ve eksik bıraktığı ne var sizce?
Yapılmayan ve bilinmeyen kısım genel de baskı kısmı, en son nokta. Fotoğrafçılar yaşamlarını tamamen dijital platformda geçiriyorlar. Baskı merkezlerinin nasıl çalıştığını bilmeleri lazım. Çektiği fotoğrafın baskıda nasıl görüneceğini bilmesi; rengi, ışığı ve kontrastı görmesi, kendini geliştirmesi ve kullandığı ekipman (fotoğraf makinası, objektif, monitör, vb.) hatalarını bilmesi açısından önemli. Fotoğraf yarışmaları düzenleyen organizasyonların ve derneklerin çalışmaların bir kısmında mutlaka basılı fotoğraflar istemelerinin ve bunun üzerinden seçim yapmalarının önemli olduğunu değerlendiriyorum.
Kendinizi fotoğrafçı olarak nasıl tanımlarsınız? Örneğin sokak fotoğrafçısı mısınız?
Fotoğraflarla anlatmak istediğim hikâyem, konum neyse ve hangi tanımlamanın içine girerse fotoğrafçılığımda odur. Mersin’de “Sepetçiler” i çalıştım ama tam anlamıyla sokak fotoğrafçılığı sayılmaz, “Oto Sanayi” konusunu çalışırken de sokak fotoğrafçısı değilimdir. “Sirkeci – Karaköy” ve “Sağım Solum Fotoğraf” konularını çalışırken sokak fotoğrafçısıydım. Sonuçta kendimi sokak fotoğrafçısı olarak tanımlamam doğru olmaz.
On yıldır ifade biçimi olarak fotoğraf çektiğinizi belirtiyorsunuz. Fotoğrafa ulaşmak on yıl öncesine göre daha kolay bir hal aldı mı? Fotoğraf üretim ve tüketim süreci hızlandı mı?
On yıl önce de sayısal fotoğraf ve internet vardı ama şu an işin içine cep telefonu ve daha kullanışlı ve taşınabilir fotoğraf makinaları da girince tabiri caizse fotoğraf (sayısal) artık görsel çöplüğün içine girdi. İyi fotoğraf her zaman iyi ama çöpün içerisinden nasıl çıkartacağız? Fotoğrafın ulaşılabilir ve paylaşılabilir olması güzel bir şey. İyi ve çabuk tüketilmeyecek fotoğrafı ayırt etmede zorlanıyoruz artık. Sosyal medya fotoğrafların paylaşımı ve sunumu anlamında iyi bir ortam, fakat seçicilik, artık çok geç.
Çektiğiniz veya izlediğiniz bir fotoğrafın anı fotoğrafı olmaktan çıkıp eser olarak sunulabilir olma kıstası nedir?
Ben zaten tamamen ben buradaydım, gördüm ve kayıt altına aldım, siz de bakın anlamında fotoğraflar çekmiyorum. İzleyiciye aktaracağım bir hikâyesi olmalı benim fotoğraflarımın. Bir anı fotoğrafı bile olsa, bu gün için anı olarak değerlendirilen fotoğraf çekildiği zamana, mekâna, yaşanmışlıklara dair imge ve göstergelere sahip ise ileriki yıllarda farklı bir anlam kazanabilir. Buna da izleyici karar vermelidir.
Fotoğrafı çekmeye nasıl karar veriyorsunuz?
İlk önce ne anlatacağıma karar veriyorum. Vitrin mankenlerini çalışmaya başlamadan önce onların arasında gezerken ne anlatmak istediğim belli olmuştu zaten. Yine bu çalışmada mankenlerin kalıplarının yapılmasından tutunda kalıptan çıkarılmasına, makyajlarının yapılması aşamasına kadar her şey önemliydi ama ben hikâyemi en etkili nasıl anlatırım diye düşündüğümde çalışma şeklim belirginleşti. Vitrin mankenlerinin bebeklik hali önemliydi benim için. İnsanlarının plastik olduğu bir gezegen düşünün ve plastik insanların ruh hali. Ben imalathaneden ziyade plastik mankenlerin insanlarla ilk buluşma anını çalıştım. Yani mağazanın vitrinlerinde yer almak üzere alıcı tarafından seçildikleri anda, geride kalanların yüzlerinde ayrılığın verdiği hüznü anlatmak istedim.
Fotoğrafta hep yaşamı ararız. Plastik bir gezegen betimleyip cansız objelerle çalışmak zor değil midir bir fotoğrafçı için?
Kişisine göre değişir. Ben her zaman insana dair fotoğraflar çektiğim için iletişim sıkıntısı çekmiyorum ama zorladığım zamanlarda var mutlaka. Mesela iletişim kurmak zorunda kalmazsın cansız mankenlerle, ya da yanlış bir iletişim riski yoktur. Kimi fotoğrafçılar neden hiç insan fotoğrafı çekmez? İnsan fotoğrafı çekmek zor iştir, son projem olan Sirkeci – Karaköy projesinde nelerle karşılaştım, bilemezsiniz. İnsan fotoğrafı çekmek; bazen cesaret istiyor, bazen iletişim ve bazen de bir gülümseme ile ikna yöntemini kullanmak zorunda kalıyorsunuz. Her zaman önceden izin alamıyorsunuz. Bazen de fotoğrafı çektikten sonra kişiyle iletişim kurmak veya neden fotoğrafını çektiğinize dair ikna etmek zorunda kalıyorsunuz. Bunların hepsi bir zorluk. ‘’Fotoğrafını çektiğim insanla neden iletişim kurayım ki’’ diyenler de var ama ben fotoğrafını çektiğim insanı az da olsa tanımak zorundayım hikâyem için. Mesela; atölye arkadaşlarımız ile çalıştığımız ‘’Taksi’’ projesinde evim beş katlı apartmanın en üstündeydi, en alt katta taksi durağı vardı, taksiciler benim komşumdu, her taksinin ve taksicinin bir hikâyesi vardı. ‘’Oto Sanayi’’ de Erdal ustanın kızı hastalanmışsa eğer, üzgünse o gün fotoğraf çekmedim, oturdum onu dinledim. Bu projede kimi zaman ben de katılabilir miyim diyenler oldu ve beraberimde götürdüm. Sanayide ikram edilen çayı ‘’Ben bu bardaktan çay içmem, hijyen değil.’’ dediklerinde onlar için orada fotoğraf bitmiştir, oradaki insanlarla yaşayacak, onları hissedeceksiniz. Vitrin mankenlerinde iletişim sorunu yok dedim ama o projede de dükkân sahipleri ile iletişim kurmak zorundasınız.
Fiap yarışmaları ve sizin MFIAP unvanınızı almanıza kadar gelişen süreç hakkında bilgi alabilir miyiz? Yarışmalara katılmak ve unvan almak gibi bir niyetiniz ve hedefiniz var mıydı?
2007 yılında Mersin’e gittiğimde Mersin Fotoğraf Derneği’ndeki bazı arkadaşların yarışmalara katıldıklarını gördüm. FIAP patronajlı yarışmalara katılındığı zaman herhangi bir ödül ya da sergileme dahi almasanız, size o yarışmanın sonuçlarını içeren kitap ya da CD yollanıldığını öğrendim. Geçmişte yarışmalara katılan arkadaşlara gelen katalogları inceledim. Bu katalog ve CD’lerde yurt dışındaki fotoğrafçıların neyin fotoğrafını ve nasıl çektiklerini gördüm. Bu katalogları fotoğraf konusunda kendimi geliştirmek anlamında inceledim. Bir süre sonra arkadaşların desteği ile ben de yarışmalara katılmaya başladım ve benim de maceram başladı. Unvan sahibi olmak gibi amacım da yoktu, şartlar oluşunca başvurularımı yaptım ve unvanları aldım.
Bu yarışmaların fotoğraflarınıza yansıma nasıl oldu?
Mutlaka olumlu oldu. Şöyle düşünüyorum; Görsel sanatlarda insan izleyerek ve görerek gelişiyor. İlk insanlar mağaralara duvarlarına av hayvanları çizdiler, daha sonra resim gelişti sonrasında fotoğraf ve bu böyle gidiyor. Uluslararası yarışmalara katılan fotoğrafçıların fotoğraflarını görmek ve izlemek de bir nevi eğitimdi benim için. Bazı fotoğrafçıları ve çalışmalarını internet ortamından, sosyal medyadan görmek, bulmak mümkün değil, kullanmayanlar da var ama fotoğrafları ile yarışmalarda karşılaşıyoruz. Yarışmaya tek bir fotoğraf göndererek karşılığında gelen katalogda birçok fotoğraf görüyorsunuz, daha iyi fotoğraf çekmek için onlara bakarak kendinize ders çıkartıyorsunuz.
Yurt dışı yarışmalara katılan fotoğrafçılar veya sanatçılarla ilgili “10 fotoğrafla unvanlarını tamamlıyorlar” gibi eleştiriler var. Bu eleştiriler ne kadar haklı?
Hangi yarışma olursa olsun katılmak için fotoğrafınızın olması lazım, ödül alması içinde iyi bir fotoğrafınız. Bu da sonuçta bir emek. Eleştiren de göndersin ya da eğer o da gönderiyorsa kendisi neden sonuç alamıyor bunu da sorgulasın.
Yarışmaya katılan kişinin en azından on tane de olsa yirmi tane de olsa olmazsa olmaz fotoğrafı var demek ki, sonuç da alıyor. İyi fotoğraf mı? iyi fotoğraf!..
Peki AFIAP, EFIAP, MFIAP unvanları kazanmış fotoğrafçılar iyi fotoğrafçı mıdır? Her zaman iyi fotoğraf üretirler mi?
Bakın bu unvanlar katılmakla alakalı, katılmazsanız eğer bu unvanları alamazsınız. Ara GÜLER’in, Prof. Sabit KALFAGİL’in bu unvanları var mı? Yok. Kötü fotoğrafçılar mı? Katılsalar alamazlar mıydı? Diğer taraftan da AFIAP olunca iyi fotoğrafçı olmuyorsunuz. EFIAP olup deklanşör fotoğrafçısıysa da iyi fotoğrafçı değildir. Emek ve çaba kısmı ayrı, ama AFIAP, EFIAP unvanı sahibi olan birinin okumayı, eleştirmeyi, araştırmayı bilmesi ve öğrenmesi de lazım. AFIAP ve EFIAP unvanına sahip birine; unvanların anlamı sorulduğunda, “Sanatçı” cevabını veriyorsa unvanının da altını doldurmalıdır, sanatçı belli seviyede donanıma sahip olmalı, fotoğraf ve sanat adına söyleyeceği sözleri, düşünceleri de olmalıdır.
MFIAP unvanını alana kadar geçirdiğiniz süreci özetler misiniz?
İlk yarışmaya 2008 yılında katıldım. 2010 yılında AFIAP (Artist:Sanatçı), 2011 yılında EFIAP (Excellence:Mükemmellik) unvanları ile ödüllendirildim. 2013 yılında fotoğraf sanatındaki başarılarım göz önünde bulundurularak FIAP Usta Fotoğrafçı MFIAP(Master:Usta) unvanı verildi.
2013 yılına kadar dünyada sadece 196 kişi bu unvanı alabilmiş. Türkiye’den de ilk siz almışsınız. Sizin hisleriniz ve fotoğraf camiasının tepkileri ne oldu?
Şunu söyleyebilirim FIAP’ın sayfasında ve MFIAP listesinde adımın ve ülkemin adının yer alması benim için onur ve gurur verici bir tablo. İnsanlar beni tanısın, bu unvanla dolaşayım anlamında değil ama farklı bir heyecan. 2016 yılı itibari ile o listede 200-250 fotoğrafçının isminin arasında olmak çok güzel bir duygu. MFIAP unvanını aldığım ‘’İSİMSİZLER’’ adlı vitrin mankenlerini konu alan çalışmamı 2006-2009 yılları arasında İzmir’in İki Çeşmelik semtindeki vitrin mankeni satan dükkânlarda çalışmıştım. Hatta ve hatta İzmir’den Mersin’e taşınmamdan dolayı arada iki yıl boşluk bırakmasaydım o projem 2007 yılında bitirmiş olacaktım.
Eğitim ve Seminer çalışmalarınız hakkında bilgi alabilir miyiz?
Geçmişte; çeşitli kurum, kuruluş ve derneklerde fotoğraf eğitimi ve seminerleri verdim. 2013-2015 yılları arasında İstanbul’da bulunduğum süreçte görevimin yoğunluğu sebebiyle buna zaman ayıramadım. İstanbul’da da bu konuda çok fazla oluşum var zaten. 2015 yılında son olarak Hava Harp Okulu’nda eğitim verdim. İnsanlar fotoğrafı öğrenme konusunda eğitim, seminer ve atölyelerde her şeyi sizden bekliyorlar. Bilgiyi vermeniz yetmiyormuş gibi üretimi de yapmamız bekleniyor neredeyse. Bu şekildeki eğitimler çok yorucu oluyor, biraz da bunun için ara verdim.
Son olarak; Fotoğraflarınızda hep insan var, neden?
Karşılaştığım her yüz, her bakış; bir başka insan, bir başka sır, bir başka hikâye. Benim fotoğraflarımda kültürüyle, coğrafyasıyla, yaşam biçimiyle, insan-yaşam, insan-insan ilişkisiyle hep insan vardır, insansız bir kare düşünemiyorum. Ben fotoğraf makinası ile ışığın insanlar üzerinde bıraktığı izi kaydederim. Her şey insan için…
Röportaj: Yasin Irmak