
Angelica Mesiti’nin Gelecek Zamanın Süregelen Hikâyesi başlıklı kişisel sergisi ismini, sakince başlayan ve ardından güçlü bir kreşendoyla fırtınaya dönüştükten sonra yavaşlayarak sönümlenen yağmurun sesinin on bir icracı tarafından el hareketleri ve beden perküsyonuyla canlandırıldığı videosundan alıyor.
Sanatçının bir okul bahçesinde tanık olduğu ve genellikle yaratıcı drama çalışmalarında faydalanılan bir oyundan esinle ürettiği siyah beyaz videoda, bir grup genç ellerini ovuşturma, alkışlama, avuçlarını birbirine sürtme, uyluklarına vurma ve parmak şıklatma gibi jestlerle yağmurun çiseleme ve sağanak arasında değişen ritmini taklit ediyor.
Etkisini giderek artıran kuşatıcı bir ses manzarası ve hipnotik bir görsel kompozisyon içerisinde performansçıların âdeta yağmurun kendisine dönüştükleri bu incelikli koreografi, kişileri birbirlerine ve çevrelerine bağlayan bir rezonans alanı yaratarak bireysel ve kolektif olan arasında köprü kuran ortak bir deneyimin taşıyıcısı hâline geliyor. Doğayı taklit etmeye dayanan bu basit oyun yoluyla yapıt, tek başına yapmanın imkânsız olduğu bir eylemin kolektif olarak yaratılma potansiyeline işaret ediyor. İsmini devam eden ve gelecekte belli bir zamana dek sürecek eylemler için kullanılan İngilizcedeki zaman kipinden (future perfect continuous) ödünç alan Gelecek Zamanın Süregelen Hikâyesi, izleyiciyi bugünün çalkantılı küresel şartlarını ve geleceğe dair tahayyüllerimizi kolektiflik ekseninde tekrar düşünmeye davet ediyor.
Sergide Gelecek Zamanın Süregelen Hikâyesi adlı videoya Mesiti’nin farklı kaynaklardan topladığı fosilleşmiş yağmur damlası fotoğraflarını renkli fonlar üzerinde tekrar fotoğraflayarak ürettiği Genç Güneş’in Solgun Işığında Yağan Yağmur başlıklı serisi eşlik ediyor. Milyonlarca yıl önce taşların üzerine mühürlenmiş yağmur damlaları, yerkürenin jeolojik dokusunun kadim birer parçasına dönüşmüş tesadüfi anları imlerken, farklı zamansallıkların bir aradalığını ve geçici olanın tarihi şekillendirme potansiyelini vurguluyor.
Yer: Arter, Beyoğlu
Tarih: 15 Ocak – 6 Nisan 2025

ANGELICA MESITI: GELECEK ZAMANIN SÜREGELEN HİKÂYESİ
Su akar, damlar, yağar, yıkar, temizler, tazeler, büyütür, değiştirir, yeniler, çözer, aşındırır, arındırır ve can verir. Dünya üzerindeki yaşamın devamlılığı için elzem olan, sonsuz bir döngü hâlindeki bu elementin atmosferde yoğunlaşıp yeryüzüne düşmesi çoğunlukla ilahi bir hediye olarak görülür; şifa, bolluk ve bereketi çağırır. Yağmur duaları ve yağmur dansları, ister çoktanrılı ister tektanrılı bir dine inansın, çöl ikliminde olsun ya da olmasın, dünyanın farklı köşelerinde yaşayan toplulukların sahip olduğu ritüellerdir.
Çerokilerin de aralarında yer aldığı Kuzey Amerika yerlileri, kurak mevsimlerde hayatta kalabilmek ve kötü ruhları yeryüzünden kovarak tanrıların ruhlarını çağırmak için bu törensel uygulamalardan faydalanırlar. Güney Amerika’daki Guajiro halkı, bulutları delerek yağmur yağdırabilmek için gökyüzüne fırlattıkları oklarıyla bilinir. Kökleri Hristiyanlık öncesi tarım geleneklerine dayanan ve Balkanlar’da 20. yüzyıla kadar
Paparuda ya da Perperuna adı altında yaşatılan ritüel, bedenlerini yaşamın doğal döngüsünü temsil
eden dallar, yapraklar ve çiçeklerle süsledikten sonra şarkı söyleyip dans eden kişiler tarafından
gerçekleştirilir. Afrika’da yaşayan birçok toplulukta halklarının refahından sorumlu ruhani aracılar
olarak görülen şefler ve krallar yağmur yağdırmadabaşarısız olmalarının bedelini hayatlarıyla öder.
Pueblo Kızılderililerinde ise yağmur dansları, “yere ayakların vurulmasıyla, sanki yağmuru topraktan
çıkarır[casına]” gerçekleştirilir, “dansçıların ayaklarını yere vurmaları yağmurun yağışı gibidir. […] Yağmuru
temsil eden dans sonunda yağmur olur. Kırk kişilik bir grup ritmik hareketler aracılığıyla kendisini yağmura dönüştürür.”
Angelica Mesiti’nin, ismini devam eden ve gelecekte belli bir zamana dek sürecek eylemler için kullanılan
İngilizcedeki zaman kipinden (future perfect continuous) ödünç alan Gelecek Zamanın Süregelen Hikâyesi adlı videosunda on bir kişiden oluşan bir beden perküsyonu korosu, sakince başlayan ve ardından güçlü bir kreşendoyla fırtınaya dönüştükten sonra yavaşlayarak sönümlenen yağmurun sesini taklit eder.
Hipnotize edici bir kurgu ritmine sahip videoda, icracılar ellerini ovuşturma, avuçlarını birbirine sürtme, uyluklarına vurma, alkışlama ve parmak şıklatma gibi tekrar eden jestlerle âdeta yağmurun kendisine dönüşür. Genellikle yaratıcı drama çalışmalarında faydalanılan ve sanatçının bir okul bahçesinde tanık olduğu oyundan ilham alarak orkestre ettiği bu performans-ritüelde, ses neredeyse dokunulabilir bir cismanilik kazanır. Postmodern bir yağmur duası, barışçıl bir protesto ya da bir sahne provası olarak yorumlanabilecek bu toplu eylem, kolektif ve performatif nitelikleriyle dil öncesi döneme ait gibi görünen birleştirici bir güç taşır; bakanı bir parçası olmaya davet eder ve yarattığı bedensel duyumsamalarla izleyici için derinlikli bir deneyim alanı yaratır. Diğer yandan icracılardan müthiş bir farkındalık ve bağlantılılık talep eder.
Herkes birbirini dinler; gözler, eller ve kollar şaşmaz bir uyum içinde akışı takip eder. Sanki aralarındaki
tuhaf, içgüdüsel bağ, yalnızca o kişilere ve o âna değil, jestleri ve sesleriyle vücuda getirdikleri doğanın
bir elementine, suya aittir. Bu anlamıyla yapıt, kökenini Güney Afrika’daki Bantu topluluklarından
alan Ubuntu felsefesini de hatırlatır.
İnsanı ilişkisel, toplumsal, çevresel ve ruhani bir bütünün sadece bir parçası olarak konumlandıran bu görüş, insanın hem türdeşlerine hem de insan olmayan diğer yaşam formlarına bağlılığını vurgulayan bir dünya tahayyülünü teşvik eder. Zira “ben ancak biz olduğumuz zaman benim”dir. Ubuntu’nun yol gösterici ilke olduğu bir dünyada ben ‘biz’i etkilemekle kalmaz, aynı zamanda ‘biz’le kurduğu bağlar tarafından şekillendirilir. Buradaki zaman da çoğuldur. Pueblo halkının yaşamındaki en önemli unsurların “atalar, yağmur, darı ve çocuklar”2 olması gibi; bu felsefe de geçmişin, bugünün ve geleceğin aynı anda bir arada var olduğu bütüncül bir zaman kavrayışını yansıtır.
Gelecek Zamanın Süregelen Hikâyesi’nin yarattığı kuşatıcı ses manzarası, yağmur damlalarının üzerine kazındığı kadim taşların fotoğraflarının yer aldığı alanda da izleyicilerin kulaklarına çalınmaya devam eder. Farklı çevrimiçi kaynaklardan toplanan fosilleşmiş yağmur damlası fotoğraflarının renkli fonlar üzerinde tekrar fotoğraflanmasıyla üretilen bu yapıtlarda, milyonlarca yıl önce taşların üzerine mühürlenmiş yağmur damlaları, Mesiti’nin müdahalesiyle tuhaf bir tezat oluşturan çok katmanlı birer imgeye dönüşür.
Bir tür göz yanılsaması yaratan bu fotoğrafların fotoğrafları, gezegenin jeolojik dokusuna etki eden geçici bir andan ilham alır, doğanın ezeli kuvvetleri üzerinden “derin zaman”3 kavramına atıfta bulunur ve insanmerkezci bir dünya anlayışını sorgulatır. Genç Güneş’in Solgun Işığında Yağan Yağmur başlıklı bu seri, eylemlerimizi ve sonuçlarını daha derin, uzun vadeli ve gelecek odaklı bir zaman çerçevesinde değerlendirme ihtimalini fısıldar. Çünkü aynı fosillerin üzerindeki
yağmur damlalarının izleri gibi insanoğlu da, dünya üzerindeki varlığının kısa sürmesine rağmen, sadece
var olarak dahi yeryüzünde iz bırakır. Aynı yağmur gibi, yaratır, besler ve büyütür ama var olan pek çok şeyi de yok eder. Yağmurun iyi yüzü, göklerden gelen ve ekinlerin büyümesini sağlayan bir lütuf olması; kötü yüzü ise yıkıcı bir sele dönüşmesidir.
Tıpkı yağmur ritüelleri gibi, sel anlatıları da evrensel bir kültürel motiftir ve diğer tüm doğa olayları gibi insana yalnızca küçüklüğünü ve önemsizliğini değil, kimi zaman kibrini de hatırlatır. Seller bu kibri ve işlenen günahları temizlemek için göklerden gönderiliyorsa ve temelde insanoğluna verilen ikinci bir şansı işaret ediyorsa eğer, selden kurtulmak için çıkılmak zorunda kalınan yüksek noktalar (ya da uydu görüntüleri gibi fiziksel olmayan yükseklikler) bize yeni bakış açıları, perspektifler sağlamalı. Tam da bu noktada Gelecek Zamanın Süregelen Hikâyesi, geçmişte başladığımız, bugün devam eden ve yarınımızı etkileyecek eylemlerimizi tekrar ve uzun vadecilik çerçevesinde düşünmeye çağırıyor. Başka bir deyişle Mesiti küçük, bireysel ve tekil dahi olsalar eylemlerimizin doğurabileceği büyük etkileri görmemizi istiyor.