Röportajlar

Bilinmeyen Ara Güler

Ömer Serkan Bakır’ın Ara Güler ile 2012 yılında “Bilinmeyen Ara Güler” sergisi için yaptığı röportaj…

Fotoğraf Dergisi Yayın Yönetmeni Ömer Serkan Bakır’ın Ara Güler ile 2012 yılında “Bilinmeyen Ara Güler” sergisi için yaptığı röportajın tamamını sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Ara Güler’in fotoğraflarını, kitaplarını, foto muhabirliği yaptığı yıllarda yaşadıklarını pek çok kez görmüş, okumuş veya duymuş olabilirsiniz. Birçok sergisini gezmiş, fotoğraflarını ezbere biliyor da olabilirsiniz. Ancak bu kez durum biraz farklı… Kendisi 4 Aralık 2012 tarihinde Galeri G-art’ta yeni bir fotoğraf sergisi açıyor ve ismi de “Bilinmeyen Ara Güler”. Size garanti veriyorum ki sergi, adını gerçekten hak ediyor. Çünkü bu kareler içerisinden herhangi birini daha önce görmüş olmanız nerdeyse imkansız. Serginin küratörü Lora Sarıaslan, Ara Güler’in gün yüzüne çıkmamış soyut fotoğraflarını ortaya çıkarması için kendisini ikna etmiş ve bu sergiyi hazırlamış. Seçilen fotoğraflar, baskı tekniği ve sunum şekli her zaman görmeye alışık olduğumuz Ara Güler fotoğraflarından çok farklı. Kendisinin “Ara’nın Bozukları” dediği bu sergiyi duyar duymaz, hem Ara Güler hem de Lora Sarıaslan ile görüşmek ve bu projenin nasıl ortaya çıktığını bizzat dinlemek istedim. Tabii konu konuyu açtı ve sergi dışında da pek çok şeyden konuştuk. İşte bu keyifli sohbetimizden öne çıkanlar…

Ömer Serkan Bakır – Esasında sizin bilinmeyen ya da ortaya çıkmamış yüz binlerce fotoğraf kareniz vardır. Ancak siz bilinen Ara Güler fotoğrafları ile tanındınız. Sokaktaki insanlar sizi klasik karelerinizle tanıdı. Bu sergi fikri nereden çıktı? Sizi kim ikna etti?

Ara Güler – Bu sergiyi düzenleyen Lora’nın babası benim arkadaşım. Şiir kitapları vardır, şairdir… Onun kitabına kapak yapmıştım uzun yıllar önce. İlk olarak oradan çıktı fikir. Dediler ki bu tarz fotoğraflardan bir sergi yapalım. Düşündüm ne zaman çekmiştim, neredeydi falan, sonra buldum ama eksik. Sonra onları tamamlamak lazım geldi ve onları tamamladık falan filan. Toplam 16 tane fotoğraf var işte. Aslında çoktur ama bu kadar yeter esasında…

Bak ben sana bir şey söyleyeyim, bütün bunlar bozuk fotoğraflardır esasında. Bozuk fotoğraflar, bozuk işler, oldu sana sanat işte anladın mı? Zaten doğru dürüst bir şey çekersen sanat olmaz ki.

Lora Sarıaslan – Ara Güler bozuk diyor, ama ben öyle demiyorum tabii. Bir de zamanla ilgili bu işler, biraz onu da düşünmek lazım. Sergideki işler 1970’lerden günümüze kadar uzanıyor. Gerçekten belki de 1970’li yıllarda o fotoğrafların çekildikleri zaman Ara Güler için bozuk olanlardı. Benim işime yaramaz dedikleri…

Tabii bu sergi fikri onun aklında olmayan bir şeydi. Ara Güler denince insanların aklına belli bir imaj geliyor. Aslında onun çağdaş fotoğrafa karşı olan düşüncelerini de ona yakın olanlar zaten biliyorlar. Ama ben babam sayesinde Ara Güler’in farklı bir takım fotoğrafları olduğunu da biliyordum ve o tarz fotoğrafları üzerine hiç gitmediği için benim ilgimi çekti. Aslına bakarsanız o tarz fotoğraflarının üzerine gitmesi için belli bir sebep de yok. Ama birisinin hadi bunu yapalım demesi gerekiyordu, o kişi de ben oldum. Yine arşivlere girildi, 1970’lere bakıldı. Sergi, renkli fotoğraflardan seçildi ve bu da tipik Ara Güler fotoğraflarından ayrılan bir yan oldu. Hem fotoğraflar hem de sunum şekilleri Ara Güler fotoğraflarından çok farklı oldu. Sergi 4 Aralık’ta Galeri g-art’ta açılıyor ve 3 Şubat tarihine kadar gezilebilecek. Ayrıca serginin geliri de AÇEV’e gidecek.

ÖSB – Daha önceki sergilerinizde çeşitli küratörlerle çalıştınız. Bir küratörle çalışmanın farkı nedir sizce?

AG – Küratör nedir oğlum! Dandik adamlardır… Neyse ki Lora’yı üzmedim fazla. Yoksa başka biri olsa…

ÖSB – Bu sergi ile tarzınızın bir hayli dışına çıktınız. Artık size fotoğraf sanatçısı diyenlere yine kızacak mısınız?

AG – Zaten kızıyorum. Eskiden de kızardım yine kızarım tabii. Ben foto muhabiriyim.

IMG 3651
“Bilinmeyen Ara Güler” sergisinden…

ÖSBSizin o çok bilinen İstanbul fotoğraflarını çektiğiniz yıllarda, sizden başka fotoğraf çekenler de vardı. Onların fotoğrafları sizce neden pek ortaya çıkamadı?

AG – Ben fotoğraf çekerken, fotoğraf çektiğini sanan bazı kişiler vardı sadece. O yıllarda önemli dergilerin temsilcisi, foto muhabiriydim. Halk ile hep temastaydım yani. Halkın ne yaptığına bakarım, gözüne bakarım hep. Zaten foto muhabirlik de bu demektir. Şimdi senin dediğin fotoğrafçılar vardı ama onlar kendileri için çektiler hep fotoğraf, kimse gazete-dergi için çalışmadı ki. Çoğu ya reklamcı oldu ya manzara fotoğrafçısı. Yani bu işin temel sebebi benim foto muhabiri olmamdır kısaca.

ÖSBGeçtiğimiz aylarda Ara Güler Fotoğrafçılık ve Eğitim Vakfı kuruldu. Kuruluş süreci nasıl gerçekleşti? Memnun musunuz?

AG – Bir birikimin daha sonra yaşaması ve bir arada kalması için kurduk bunu. Burada da vakıf yapmak mecburiyetindesin ki senden sonra bu yaşasın. Yoksa çarçur olur gider. Bazı arkadaşların fotoğrafları, arşivleri böyle oldu. Çöplükten çıkan fotoğrafları oldu bunların. Ben çöp için çekmedim bu fotoğrafları! İnsanlığın yararına olacak şeyleri çektim. Ama vakıf kurmak çok zor iş Türkiye’de… Bin türlü sorun, avukatlar, noterler, bir sürü evrak falan filan. Şimdi bitti bizim vakıf işleri. Ama ben öldükten sonra ne olur bilemem tabii.

ÖSBVakfın bir sonraki adımında müze var sanırım.

AG – Tabii tabii… Benim fotoğraflarım satıyor, ötekiler gibi beklemiyor ki. 58 tane kitabım var. Dünyada 25 tane fotoğrafçı sayarsan biri de benim. Ama bunu Türkiye’de doğduğum için kaybedebilirim. Neyse… Arşivin işler hale gelmesi için vakıf kuruldu. Bu arşiv çok önemli bir şeydir. Ben bile bakıyorum bazen bunu ben mi çektim diye… Kitaplarımın hepsi bilgisayar ortamındadır bir kere. Başka zamanlarda yaptığımız röportajlarda dijital çekilmiştir. Esas ondan evvel 50 sene var. Onlarda dijital ortama geçecek. Bu birkaç kişinin işidir artık. Müze olarak zaten benim oturduğum, büyüdüğüm Galatasaray’daki yer olacak. Müze işi hemen olmaz ama “gelelim yapalım” diyen bir sürü firma var, para da verecek. Ama bunlar kimsenin babasının hayrına para falan vermez, anladın. Ben de yutmam bunları, Beyoğlu çocuğuyum ben! Bu işe de, kimin işin içinde olacağına da ben karar veririm.

006
“Bilinmeyen Ara Güler” sergisinden…

ÖSBGiydiğiniz kıyafetler ve renkler her zaman uyumlu… Bir kıyafet tarzınız ve renk seçiminiz var mı?

AG – Ben tabiata bakıyorum. 80 küsur senedir tabiata bakıyorum, az mı? Tabiatın renklerini gayet iyi biliyorum. Pastel renkleri de daha çok seviyorum. Cart renkleri sevmem. Mesela kıpkırmızı bir elbiseyi de… Ayna diye bir b.k vardır, orada bakarsın kendine, bu bana gitti mi diye. Oraya bakınca anlarsın, eğer anlamıyorsan hıyarın tekisin demektir.

ÖSB2011 Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü aldınız. Sizin için bu ödüllerin bir önemi var mı?

AG – Benim için bu ödüllerin hiçbir önemi yok. Onlarca ödül var esasında. Ama bir tanesi önemlidir, o da hangisi biliyor musun; Aydın Doğan ödülüdür. O da neden önemlidir, çünkü para verdiler. Diğerleri sadece laftır, laf anladın.

ÖSBFotoğraf çekerken en keyif aldığınız ülke hangisi oldu?

AG – Bu çok nettir, Burma (Myanmar). Burma çok az görülmüştü eskiden de şimdi de öyledir. Ama değişti tabii… Ben oraya 3-4 kez gittim. Farklı farklı işler için hep. En son gidişimden hemen sonra ihtilal oldu mesela. O ihtilalde binlerce adam öldü. Dünya gaddardır. O sıralar Time’ın foto muhabiriyim. Öyle her yere gitmek kolay değil. Burma’da herkesi almıyor. Çok kısa vize veriyor. Yanına adamlar falan veriyorlar. Sonra birileri geldi, uzun vize verdiler ve gittim uzunca kaldım en son.

ÖSB58 tane kitabınız var. En beğendiğiniz kitabınız hangisi? İyi ki yapmışız dediğiniz…

AG – Geçenlerde şaşırdım hatta kaç tane vardı diye. Amerika’da olsam milyoner olmuştum bu kadar kitapla. Şimdi geliyorlar, şu kitabın baskısı bitti yeniden yapalım diye, hep küçük paralar… En son yapılanlardan biri FotoCep serisinden. O kitap çok sattı biliyor musun neden? Çünkü ucuzdur. Ben bu kitapların çoğu için “iyi ki” diyorum. Çünkü bu kitaplar olmasa İstanbul’u yeni nesil nereden bilecek? İstanbul bildiğin İstanbul değil ki. Şimdi bambaşka bir yerdir burası. Adı İstanbul olan bambaşka bir İstanbul’dur.

ÖSBKaranlık odada çalışmayı sever miydiniz? Baskılarınızı siz mi yapardınız?

AG – Severdim, ama mecburen ben basıyordum. Yoksa kim basacak? Hep kendim basardım. Uzun gezilerde, eğer önemli bir olaysa ve filmleri hemen göndermek gerekiyorsa buradan siyah kağıtlar götürürdüm yanımda. Otel odasının pencerelerini kapatmak için. Orada film yıkardım. Çünkü gittin, bir sürü film çektin. Mesela Cannes Festivali… Gece gittin çektin filmleri. O saatten sonra filmleri yıkatacak hiçbir dükkan bulamazsın. Mecburen otele gelip hemen yıkarsın. Daha evvelden pencereleri kapatmış, kimyasalları hazırlamış olurum. Filmleri yıkamadan gönderirsen, 5-10 ruloyu gazetedeki adam nereden tanıyacak, karelerdeki kim kimdir, anladın. Filmleri yıkarsın, kurutursun, gerekli olanları kesip, zarfa koyup zarfın üzerine de isimleri yazman lazım ki bir işe yarasın. Bitmiyor ki ulan, çektin, yıkadın, zarfa koydun, sonra hadi git havaalanına ver uçağa, gel otele ara gazeteyi uçuş numarasını, saatini vs söyle… Şimdi ne yapıyorsun dijital hikayesinde, çekiyorsun bilgisayara yüklüyorsun, seçiyorsun, basıyorsun düğmeye gidiyor fotoğraflar gazeteye.

004
“Bilinmeyen Ara Güler” sergisinden…

ÖSBŞimdi bir de yeni makineler çıktı, bilgisayara aktarmadan kendi üzerinden gönderebiliyor fotoğrafları.

AG – Biliyorum, aslında doğrudan doğruya gönderiyorlar şimdi dediğin gibi. Ama seçmen lazım, o da zordur küçük ekranda… Çünkü çok çekiyorsun.

ÖSBTeknoloji hızla ilerliyor tabii, en çok da fotoğraf makinelerine ve cep telefonlarına yarıyor bu gelişim.

AG – Geçenlerde geldi yine birileri yeni bir cep telefonu muymuş neymiş verdiler işte. Pahalı bir şey de ama ben kullanmam. Nedir o öyle dokunduğun zaman gidiyor. Bakıyorum herkesin elinde, eziyet çekiyorlar sanki. Ben cep telefonu kullanıyorum esasında, ama kullandığım basit bir şeydir.

ÖSB – Sizin adınız Leica ile birlikte anıldı uzun süre. Ancak sonraları farklı makineler de kullandınız.

AG – Master of Leica oldum çünkü. Çok az kişi vardır bu unvana sahip. Leica çok önemli bir markadır. Bana göre dünyada üç önemli marka vardır. Birincisi; Coca Cola şişesidir. Her şeyi özeldir. İkincisi; Singer dikiş makinesidir. Üçüncüsü de Leica’dır.

Bu röportaj, 2012 yılında Fotoğraf Dergisi’nde yayınlanmıştır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen SanalSergi'yi gezerken reklam engelleyicinizi kapatın. Açık kalması durumunda site içerisinde içeriklerde kısıtlı erişim sağlayabilirsiniz. Desteğiniz için teşekkürler.