Melissa Spitz 6 yaşındayken annesi Deborah, bipolar rahatsızlığı olduğu gerekçesiyle Washington Eyaleti tarafından akıl hastanesine yatırıldı.
Spitz, bunun üzerine, Huffington Post’a gönderdiği bir iletide şunları yazdı: “Bu süreç sonrasında hayatında sürekli olarak düşüşler yaşadı; kanser teşhisinin ardından rahminin alınması, kemoterapi ve radyasyon döngüsü, zaten var olan akıl sağlığı sorunlarının en kötü hale gelmesi…”
Deborah tedavi boyunca alkol tüketti ve reçeteli ilaçları kötüye kullandı. Spitz, “Bu durum, sonunda annemle babamın boşanmasına sebep oldu” dedi. Böyle travmatik bir aile yaşantısı içerisinde büyümek durumunda kalan bir çocuk, elbet bütün bu acılardan uzak durmaya ya da olan biten her şeyi görmezden gelmeye çabalayabilir. Ne var ki Spitz, bu duruma kamerasıyla daha yakından bakmayı tercih etti.
2009’da, ― Spitz o zaman Kolumbiya’daki Missouri Üniversitesi’nde sanat öğrencisiydi ― annesinin evinde, onun fotoğraflarını çekmeye başladı. Aslında bu fotoğraflar öğrencilerin özel hayatlarının bir bölümünü belgelemeleri için verilmiş ve herhangi bir sınırlama koyulmamış bir ödevin parçasıydı. Spitz, projesi için evine gitmek adına izin aldı. “Kamera, insanlardan ve kendimden saklamakta olduğum kimi gerçekleri açığa vurabilmem adına yol göstericim oldu. Olup biten her şeyi uzaktan izlemek yerine kamerayla tek vücut olmayı tercih ettim. Bu sayede duygularımı dışa vurabilmem, oldukça işime yaradı” dedi.
Spitz, yedi yıl sonrasında, Instagram’a sık sık yüklemiş olduğu bu fotoğraflar vasıtasıyla “You Have Nothing To Worry About (Endişelenecek Hiçbir Şeyin Yok)” adlı fotoğraf serisini oluşturdu. Bu fotoğraflardan kimileri herkese açıkken kimileri yalnızca kişisel paylaşım. Seride göze çarpan kronolojik karmaşa ise Deborah’ın kendi içinde yaşamakta olduğu fırtınayı ve kızıyla olan parçalanmış ilişkisini simgeliyor.
“Annemin Yeni Makyajı” adlı bir fotoğrafta (başlık fotoğrafı) Deborah doğrudan kameraya bakıyor; annesinin makyaj kutusunu altüst etmiş küçük bir kız çocuğu gibi, yüzü büyük bir düzensizlik içinde iddialı renklere boyanmış.
Umarım akıl hastası ve madde bağımlısı bir anneyle yaşamakta olduğum süreci istediğim biçimde sizlere yansıtabilirim.
Melissa Spitz
“Neysem oyum” isimli başka bir fotoğrafta Deborah, ellerini yüzüne kapatmış, yerde oturuyor; etrafı eğri büğrü yazılarla dolu, acı verdiği kadar mutluluk da veren neon post-itlerle çevrili. Post-itlerden birinde “Her şey için endişeleniyorum”, bir diğerinde “Ölmek istiyorum” ve yine bir diğerinde “Kendimi seviyorum. Kendimden nefret ediyorum” yazarken başkasında da “Yaşamak istiyorum” yazıyor.
Spitz bu çekimleri sıradan bir süreç olarak tanımlıyor; ona göre “çalışmaya ayırmakta olduğu zaman” ile “annesiyle geçirmekte olduğu zaman” kavramları, aynı yola çıkıyorlar. Bu seri, ilk başlarda, Deborah’ı çoğunlukla heyecanlandırmış olsa da zaman zaman Spitz’in projesinin tepki görüp görmeyeceği konusunda endişelenmesine sebep olmuştu. Yabancılar Spitz’e sık sık şikâyetlerde bulunuyorlar; annesinin durumundan faydalanarak kitle elde etmeye çalıştığı yönünde eleştiriler yazıyorlardı. Fakat Deborah zamanla içmeyi bıraktı, iddialarına göre, onu değişime iten şey kendisini Spitz’in fotoğraflarında görmek oldu.
Aslında, tüm bu süreç boyunca Spitz’in verdiği en büyük mücadele, annesinin projeye duyduğu coşku ve bitmeyen istekleriyle kalıcı olarak belgelenen acı dolu dakikaların Spitz’in hafızasına kazınmış olmasındaydı. Spitz, “Onu görmekten rahatsız olduğum durumlarda fotoğrafını çekmemi ister ve beni görmek istediğimden daha fazlasına bakmaya zorlayarak kontrolü bir şekilde eline alırdı” dedi. Broadly ile gerçekleştirmiş olduğu bir röportajda Spitz, annesinin fotoğraf serilerinde zaman zaman ipleri nasıl eline aldığını daha detaylı bir biçimde anlatmıştı.
“Bazen bu işin daha çekilir hale geldiğini hissediyordum, çünkü o bir kurban değildi. Fotoğraf çektirmeyi ve ‘başıma gelenler’ diye nitelendirdiği şeyleri yansıtmayı seviyordu ve bence projeyi bu yüzden çok sevdi; nihayetinde sahneyi yönetmekte olan, annemin ta kendisiydi. Bu ona fazlasıyla güç katıyordu” dedi.
Spitz, kamerasını kullanarak annesine kendisini değerli bir insan, hatta bir yıldız gibi hissettiriyor olmasının öneminin farkında.
Serilerin başlangıcından beri Spitz eleştirildiği kadar övgü de aldı. Bu övgüler genellikle benzer tecrübelerden geçmiş ve yaşanmışlıkları hafızalarına kazınmış olan insanlardan geliyordu. “Annemi kendi çıkarlarım için kullandığımı, fotoğrafların berbat olduğunu ve ‘gerçek’ akıl sağlığı sorunları yaşayan insanları incittiğimi belirten mesajlar okudum. Ama bu projenin anneme verdiği mutluluk ve onaylanmışlık hissine ve bana ulaşan insanlara kıyasla bu yorumların hiçbir önemi yok” dedi.
“You Have Nothing To Worry About (Endişelenecek Hiçbir Şeyin Yok)” kısmen belgesel, kısmen aile albümü, kısmen bir eser, kısmen de bir otoportre. Spitz çoğunlukla kameranın arkasında olmasına rağmen annesiyle arasındaki bağ hissedilir nitelikte. Deborah yara ve çiziklerle boşluğa umarsızca bakarken fotoğraflandığında, Spitz’in de kendisini bir o kadar yaralanmış ve kaybolmuş hissetmekte olduğunu düşünmek zor değil.
Spitz, bu serilerin kendisi ve annesi devam edebildiği müddetçe sürmesini ve belki de bu on yıllık çalışmanın bir sergiyle zirve yapmasını umuyor. Aynı zamanda Spitz, fotoğraflarının annesini kınamadan ya da bu çalışmadaki ayrıntıları masum bir havaya sokulmuş gibi göstermeden dışarıya yansımalarını; net ve kusursuz olmalarını istiyor. “Umarım akıl hastası ve madde bağımlısı bir anneyle yaşamakta olduğum süreci istediğim biçimde sizlere yansıtabilirim” diyor.
“Bu durumu belgeleyen kişi ve bir evlat olarak benim bu çalışmadaki konumum eşsizdi; bu yüzden fotoğraflarım ve sanatım arka planda sık sık uyum içindeydiler. Bu çalışmanın annemle ilgili olduğu kadar kendimle ilgili olduğunu da hissettim.”