Sanatta kendine okuyacak bir konu bulmak kolay, bulduğu konuyu bir yolunu bulup yeniden anlatmak ise hep zordur.
Aşağıdaki fotoğrafta, arkadaşım Erkan Avcı’nın, yanmakta olan satırların arkasındaki dalgın yüz ifadesi ile “okumayı”, okuyan birini anlatmaya çalışmıştım. Okumak en basit eylemlerden biriydi, çünkü hep başkalarının yazdıklarını okurdunuz (şu anda olduğu gibi). Okudukları-nız doğru da olabilirdi, yanlış da.
Sonrasında ise “yazmayı” anlatmak istemiştim. Fakat bu, o kadar da kolay değildi. Yazı, insa-noğlunun ancak araç kullanmayı ve belirli düzenekler oluşturmayı öğrendikten sonra keşfedebildiği bir şeydi. Ben de yazmayı anlatabilmek için önce bazı düzenekler oluşturmam ve bu düzenekleri kul-lanmam gerektiğine karar verdim.
Aşağıda gördüğünüz yer, bir arkadaşımın stüdyosuydu. Bu fotoğraf, stüdyoyu gördüğüm ilk gün çektiğim bir test fotoğrafı. Stüdyoya fotoğraftaki açıdan baktığımda zihnimde bazı görüntüler canlanmaya başlamıştı.
Birilerinin yazarak etrafını aydınlatmasının, tarihsel boyutta insanı karanlıktan aydınlığa götü-ren süreçteki en önemli insiyatif olduğunu vurgulayabilmek adına siyah ve beyazı, yani karanlık ve aydınlığı fotoğrafa bir simge olarak yerleştirmeyi düşündüm.
Kafamdaki “yazar” resmine göre bir yazarın, bir masaya, bir daktiloya ve çok sayıda kitaba ihtiyacı olmalıydı. Sorun şuydu ki, zihnimdeki görüntüyü yakalayabilmek için fotoğrafın kadrajı bir mik-tar geniş tutulmak zorundaydı, dolayısıyla, masanın, kadrajı dolduracak boyutta ya da tercihen kad-rajdan daha geniş boyutta olması gerekiyordu. Çekeceğim fotoğraftaki kadrajın dışı da en az içi kadar meşgul olacaktı.
Masa tablası olarak kullanabileceğim boyutta bir tahtayı (4 metre genişliğinde ve 150 kg ağır-lığında olduğu için taşıması zor olsa da) stüdyo ile aynı sokaktaki bir marangoza ait tahtaların arasın-da bulabildiğim için şanslıydım.
Şimdi de çekeceğim fotoğraftaki en önemli role sahip olacak, kadrajdan daha büyük boyutta yapılacağı için kadrajda gözükmeyecek, sağlam (kolayca bulunabileceği için demir) bir düzeneğe ihti-yacım vardı. Karaköy Perşembe Pazarı’nda bununla ilgili ciddi mesai harcadık (alt kattaki atölyede demir kestik)
Kadrajdan daha büyük olduğu için kadrajda gözükmeyecek dev demir düzeneğim hazırdı. Stüdyoya getirip birkaç saat uğraştıktan sonra sonunda kurmayı başardık.
Demir düzeneğin görevi, kitapların farklı noktalarına asılabileceği ve asılı şekilde havada sa-bitlenebileceği, derinliği olan bir tavan oluşturmaktı. Fotoğraf, yazarın zihnindeki soyut bir anın tasviri olacaktı. Kitapların, yeni kopan sert bir rüzgarın yerdeki yaprakları savurduğu şekilde hareket etmesi gerekiyordu. Tavanın bir derinliğinin olması bu nedenle önemliydi. Kitapları arka arkaya ekleyerek oluşturacağım hareketi, özgürce belirleyebilecektim.
Kitapları, misinalar, çengelli iğneler ve düğmeler ile demir düzeneğin tavanına çeşitli yerlerden astım.
Kadrajımdaki nesnelerin sona yakın hali şu şekildeydi.
Gerekli ayarlamaları yapmak için fotoğraf makinesinin zamanlayıcısını kullanarak kendimi sayısız çektim.
“Yazmanın” zihnimdeki yansımasını bir fotoğrafa dönüştürebilmek için ihtiyaç duyduğum dü-zeneği kurmuştum. Ercan Kesal’ın verdiği eşsiz karşılık ile bu yansıma tamamlanmış oldu.
İşte Final Fotoğraf
Alper Yeşiltaş
İstanbul doğumludur ve Kadıköy’de yaşamaktadır, Duygu Çimen Yeşiltaş ile evlidir. Marmara Hukuk mezunudur, gerçek mesleği avukatlıktır. “Çocukluk yıllarımda her evde olduğu gibi bizim evimizde de bulunan analog makineler ile çekmeye çalıştıklarımı saymazsak fotoğrafçılık ile tanışıklığımın 2003 yılında sahip olduğum ilk dijital fotoğraf makinesi ile başladığını söyleyebilirim. O yıldan beri dijital fotoğrafçılığın içerisindeyim. Önce-leri siyah beyaz fotoğraf ile ilgileniyordum. 2005’te katıldığım “siyah beyaz fotoğraf” konulu bir yarış-mada birinci olup ödül olarak verilen, zamanına göre bayağı özellikli (yine dijital) bir makineye terfi etti-ğimde, farklı fotoğraf türlerini ele almaya karar verdim. O günden beri genellikle şehir manzaraları, so-kak enstantaneleri, portreler ve bazen de kavramsal işler ile fotoğraf alanındaki çalışmalarımı sürdürü-yorum. “Fotoğrafçı gözü” de denilen kavramın, kişinin ancak zihninin içerisinde, zihninin bir parçası olarak yer alabileceğini, çantasının içerisinde ya da boynunda asılı vaziyette mevcut olamayacağını savunuyorum. Kişi eğer bu bakış açısını bir şekilde zihnine yerleştirebilmişse, içinde yer alınan sahne-de hemen her anın fotoğrafının çekilebileceğini düşünüyorum.Bu bağlamda, içinde yer almak istedi-ğim bazı sahnelerin ve fotoğraflamak istediğim bazı anların olması, yaptığım işi sürdürmemdeki itici güç olarak değerlendirilebilir.En çok ilham aldığım kişiler Yousuf Karsh ve Zdzislaw Beksinski. Yakın gelecekte sinema ile ilgili işler yapmak ve bir sinema filmi yönetmek istiyorum.”
Daha fazla bilgi için: alperyesiltas.com , instagram.com/alperyesiltas