Yaşam sürekli yeni olana dair anlar yaratsa da, geçmiş acı bir hatıra olarak her daim bellekte yer edinir. Bellekte yer edinen bu durumun temel nedeni; imgenin zihinde bir gösterge olarak kendini tekrarlamasından gelir. Roman Vishniac’ın fotoğrafları da, bu doğrultuda belleğe işlenen acıları gün yüzüne çıkarıyor.
Roman Vishniac, 1930’lu yıllarda kentleri arşınlayarak oluşturduğu fotoğraflarla; derin, etkileyici, mizahi bir yön geliştirdi. Ancak Vishniac için Hitler iktidara geldikten sonra her şey değişmeye başladı. Dışavurumcu fotoğrafçılığı terk ederek kentte yaşanan geçişleri belgelemeye yöneldi. Çerçevelemede ve kompozisyonda yeni-modern yaklaşımlar sergileyen sanatçı, çalışmalarını insan yaşamının kırılganlığı üzerine şekillendirdi.
“Fotoğrafta olması gereken tek bir şey vardır, o âna yansıyan insanlık ” Robert Frank
Yahudi asıllı bir Rus Olan Vishniac, Rusya’dan ayrılarak 1938’de gizli yollarla Berlin’e yerleşti. Sanatçı yerel makamların dikkatinden kaçmak için, seyahat eden bir kumaş satıcısı olarak kendini gizlemeyi başardı. Fotoğraf için ceketinin altına bir Rollieflex kamera koyup, boynuna sarılmış bir eşarp içinde gizlenmiş bir gizli Leica taşıdı. Leica’yı, içte çekilen portreler dâhil, düşük ışıklı durumlar için kullandı. Bir kampa gizlice girerek Yahudilerin Polonya’daki kamplara gönderilme anlarını belgeledi. Çektiği fotoğrafları, bu kampların gerçekliğini kabul etmekte isteksiz olan Birleşmiş Milletlere gönderdiyse de bir sonuca ulaşamadı.
Sanatçı, 1941 Yılında, New York’a geldi ve bir portre stüdyosu açtı. Aynı zamanda göçmenleri, yerinden edilmiş insanları, kampları belgelemeye devam etti. Romanya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Ukrayna’yı ziyaret etti, ancak yine de zamanın çoğunu Polonya’da geçirdi. Varşova, Lublin, Krakov, Białystok ve küçük çevre kasabalardan Yahudileri fotoğrafladı. Görüntüler Yahudi köylerinin ve mahallelerinin günlük yaşamını yansıtırken; sürgüne uğrayan bir halkın yaşamı yeniden var etmesine de tanıklık eder.
“Yolculuklarımda on altı bin fotoğraf çektim. İki binden fazlasına el konuldu ve muhtemelen tahrip edildi. Belki de bir gün yeniden ortaya çıkacaklar…”
Yazı: Sevil Ateş