Kimi insanlar bu dünya üzerinde bambaşka bir hayatın figüranı olarak yaşarlar. Söze dökemediklerinin tenha köşelerinde bıraktıklarıyla anlatır onlar bize dünyalarını…
Şiir olurlar bazen, bazen bir roman… Ve bazen de ‘Bir Melek Olmak Üzerine’ sonsuzluğun ışığını arkalarına alıp çektikleri fotoğraflardır onlar…
‘’Eğer hikayeyi sözcüklerle anlatabilseydim, yanımda sürekli bir fotoğraf makinesi taşımaya ihtiyaç duymazdım’’ demiş, Lewis Hine. İşte hikayesini sözcüklerle anlatamayan, okudukça hikayesinde kaybolduğum Amerikalı fotoğrafçı Francesca Woodman…
1958, Amerika doğumlu olan Woodman, fotoğraf çekmeye 13 yaşında başlamıştır. Sanatçı bir ailede dünyaya gözlerini açan Francesca Woodman, 1975-1979 yılları arasında ‘Rhode Island School of Design’da öğrenim görmüştür. Bedeni ile yeni bir doku yaratmaya çalıştığı ilk fotoğraf çalışmalarının sonrasında kazandığı bir burs sayesinde Roma’ya gitmiştir.Orada olduğu dönemde keşfettiği ve zamanının çoğunu geçirdiği ‘Maldoror Kitapçısı’nın alt katında ilk kişisel sergisini açmıştır.
Çocukluğunu Floransa kırlarında yüksek tavanlı eski bir çiftlik evinde geçirdiğinden olsa gerek yaşadığı atmosferin etkilerini çektiği fotoğraflarda da görebiliyoruz. Tavanları, duvarları , eski dekorları bedenini kaplayan ten gibi kullanmıştır. Fotoğraflarında genelde kendi bedenini kullanmış ve siyah beyaz olarak çektiği fotoğraflar ile kendi iç dünyasını anlatmıştır bizlere. Çalışmalarında kendisini hep eksik olarak çeken Francesca Woodman’ın fotoğraflarında depresyon, yorgunluk, çıplak, soluk, kimliksizlik bir beden ve gittikçe silinen, sönük bir ruh hali dikkat çekmektedir.
Fotoğraflarına baktıkça dünyadan kopuşunun provalarını yaptığını görmemek mümkün değil aslında. Arafta yaşanan bir hayata teslim olmuş bir beden ve aklın, gittikçe yok olan sessiz çığlıkları Woodman’ın kadrajıyla ölümsüzleşmiş demek yanlış olmaz. Yüzü dışında bedeninin hiçbir yerini saklamaktan çekinmemiş ve tüm çıplaklığıyla sergilemiştir. Fotoğraflarındaki bu çıplaklık teşhir düşüncesinden çok, kaybolmuşluk hissi uyandırıyor insanda. Woodman’ın neredeyse her fotoğrafında kendini görmek mümkündür. Kimi zaman bedeni, kimi zaman eli kimi zaman da vücudunun tamamı. Önceleri daha canlı çektiği fotoğrafları gittikçe flulaşmaya, kaybolmaya başlamıştır. Erken bir gidişin sinyallerini vermek ister gibi… Bir fotoğrafının altına kendi el yazısıyla yazdığı not da insanı hem düşündüren hem de yüreğini acıtan bir iz olarak kalmıştır o günlerden: ‘Bir Melek Olmak Üzerine’
Ailesi, arkadaşları ve yaşamı hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Söylendiğine göre dönem itibari ile fotoğraflarının ilgi görmemesi ve artan depresyon dönemi onu intihara sürüklemiştir. 13 yaşında başladığı fotoğraf hayatını, 1981 yılında henüz 23 yaşındayken, New York’ta yaşadığı binanın penceresinden atlayarak sonlandırmıştır Woodman. 10 yıla sığdırdığı fotoğraflarında ölüme gidişini fotoğraflamış ve tarihin sarı sayfaları arasında ‘sürrealist, nüdist ve feminist bir fotoğraf sanatçısı’ olarak yerini almıştır.
Şiirdeki Sylvia Plath ruhunun fotoğraftaki temsilcisi olarak nitelendirilen Francesca Woodman da Plath gibi kendi bedenini kendinden farklı bir gerçeklik boyutunda algılamaya çalışmıştır ve bu onların ortak noktasıdır. 1981 yılında Woodman, Sylvia Plath’ın dizelerindeki gibi içindeki sessiz çığlıklarla hayatı affetmek üzere sonsuzluğa uçmuştur.
”Ölüm çok güzel olmalı, yumuşak, kahverengi toprakta yatmak, birinin başının üzerinde çimlerin dalgalanması, ve sessizliği dinlemek.. Dünün olmaması, ve yarının olmaması. . Zamanı unutmak, hayatı affetmek, barışta olmak… ”