Nejdet Demirtaş kimdir?
İnsanın Doğa’da bir döngünün parçası olduğunu düşünen ve olayları salt mantıksal açıdan değil de daha sezgisel yorumlayan, teknoloji ile pek arası olmayan bir adam.
Sizi diğer sosyo-politik alanlarda çalışan fotoğraf sanatçılarından ayıran en önemli özellik çekimlerinizi suyun altında yapıyor olmanız. Neden fotoğraflarınızı suyun altında çekmeyi tercih ediyorsunuz? Sizin gibi bu şekilde sosyo-politik temaları su altında işleyen başka bir fotoğraf sanatçısı var mı?
Öncelikle fotoğrafların suyun altında çekilmesi başka bir dünyanın içinde bu konuların başka bakış açılarından görülmesine olanak sağlıyor. Çekimlerimin tamamını denizde yapıyorum. Çünkü deniz doğanın kaynağı ve biz doğamıza aykırı olan ve olmaması gereken taraflarımızı göstermek istiyorsak doğanın tam kalbinde mutlak bir masumiyet bütünlüğü içinde bunu gözler önüne sermenin çok daha etkili olacağına inanarak bu yöntemi benimsedim. Benim bildiğim Türkiye’de ve Dünya’da bu konuları projelendirerek seri halinde çalışan kimse yok.
Kadına yönelik şiddeti işlediğiniz “AYNA” sualtı fotoğraf serginizden ve yaptığınız diğer çalışmalardan bahseder misiniz? Sergilerinizin konusunu nasıl belirliyorsunuz? Kadına yönelik şiddet konusunu çalışmak aklınıza nereden geldi?
Genellikle toplumsal olaylar ve sosyo-politik konular üzerine çalışmayı tercih ediyorum. İşlediğim temalar, genelde bir birey olarak kendi rahatsızlıklarımdan yola çıkarak vardığım noktalar. Kadına yönelik şiddet konusuna gelecek olursak; doğada pisikopatlık düzeyinde şiddet, soykırım, keyfe dayalı kötülük gibi dünyayı tehlikeye sokan duygu ve eylemler sadece insanlarda var. Sabah haberlerini okuduğumda hergün kadına yönelik şiddet haberleriyle karşılaşıyorum. Gazetelerin üçüncü sayfalarını açın, hergün ya bir şiddet ve cinayet haberiyle muhakkak karşılaşırsınız.
İnsanın içine sindirmemesi gereken bir durum bu. Sizin kadın ya da erkek olmanızın herhangi bir cinsiyeti taşımanız hiç bir önemi yok. Bizler bu dünyada yaşanan olayların bir şekilde parçasıyız. Eğer bizler bu kötülüğe karşı bir tavır almıyorsak, bir tepki göstermiyorsak, aslında bu olayların sessiz takipçileri olarak onaylayıcı konumuna geçiyoruz Ve insanlar sustukça, tepkisizleştikçe, bu kötülükler büyümeye ve güçlenmeye devam ediyor.
Ne acıdır ki, bu tarz olaylar çoğaldıkça bizler de farkına varmadan bu olayları kanıksıyor ve normalleştiriyoruz ki sorunun büyük kısmı da bundan sonra başlıyor! “AYNA”sergisi farkındalık yaratma kaygısı olan bir bireyin, yaşam içerisinde rahatsızlığını hissettiği oluşumların sonucudur.
Temayı belirledikten sonra serginizin oluşması için nasıl bir süreç başlıyor ve hangi aşamalardan geçiyor?
Öncelikle belirlediğim tema üzerinde derin bir araştırma yapıyorum. Kadına yönelik şiddetle ilgili bir çok duruşmayla ilgili yazılar okudum, dünyadaki istatistikleri araştırdım ve hepsinden önemlisi de şiddet görmüş birçok kadınla konuştum. İşte o zaman çok daha iyi anlıyorsunuz ki bu sistemli bir durum. Bu sorunun bir ucu dünyanın diğer tarafındaysa, diğer ucu da tam burnunuzun dibinde, çevrenizde. Ve siz de bu döngünün parçası haline geliyorsunuz. İlk önce, bu rahatsızlığımı ‘ne yapabilirim’ düşüncesine dönüştürüyorum. Fotoğrafların karelerinde ben bu olayları nasıl anlatırım diye düşünüyorum.
Eğer sadece ‘ben de kadına yönelik bir sergi yapacağım’ düşüncesiyle, öylesine, üzerinde kafa yormadan, araştırmadan bir iş çıkarırsanız, siz de o zaman bu normalleştirmeye, farkına varmadan katkı da sağlamış olursunuz. Bu yüzden her fotoğraf karesinin kendine özgü bir hikayesi, anlattığı bir şey var. Doğru anlatma üzerine odaklanılan ve çalışılan süreç sergi çalışmasının en önemli kısmı. Kareleri oluşturduktan sonra, profesyonel ellerde storybordlara çizidiriyorum. Daha sonrasında, modellerin bulunması, kostümler, tekne, güvenlik dalgıçları ve diğer bir çok detayı özenle bir araya getirip çekim aşamasına geliyorum. Çekimlerden sonra fotoğrafları düzenleyen arkadaşlarımla çalışmalarım başlıyor. Yaptığım çalışmanın durumuna göre bu aylarca süren bir sürece yayılıyor. Fotoğraf işleri tamamlandıktan sonra da baskı ve sergi hazırlığı için gereken bütün detayları özenle düzenliyorum.
Model konusuna gelmişken, bu sergide farklı ülkelerin rekortmen sporcularıyla çalıştınız. Bu konudan bahseder misiniz?
“AYNA”sergisi konusunu gibi, yedi ülkenin (Şili, Ekvador, Güney Kore, İtalya, İspanya, Çek Cumhuriyeti, Türkiye) serbest dalış ulusal takım sporcularının katılımıyla da evrensel bir boyut taşıyor. Ayrıca Kaş Devlet Hastanesi’nden hekim arkadaşlarımız da serbest dalış eğitimi alarak bu çalışmaya model olarak destek verdiler. Toplamda on iki kare de yirmi iki model arkadaşımızla çalıştık. Serbest dalış sporcularının içinde sekiz ya da dokuz dünya rekortmeni arkadaş vardı. Hatta, yabancı sporculardan bir kadın arkadaşımız projeyi öğrenince, çekimlere dahil olmak istemedi. Konunun kendisini rahatsız ettiğini belirtti. Nedenini sorduğumuzda, açık yüreklilikle, çocukken tacize uğrağını söyledi. Sonrasında da bu farkındalığı katkı sağlaması gerektiğine ikna olarak çekimlerimize dahil oldu. Yani o zaman bir daha anlıyorsunuz bu sorun dünyayı sarmalamış durumda.
Kadına şiddet diğer ülkelerde ne durumda?
Avrupa’yı ele alalım mesela. AB Ülkelerin’de on beş yaşın üzerindeki her üç kadından biri, partnerleri ya da diğer erkekler tarafından cinsel veya fiziksel tacize uğruyor. Almanya’da kadına şiddetin oranı % 44, Hollanda’da %45, İngiltere ve Fransa’da %44, İsveç’te %46. Fransa, Avrupa’da kadın cinayetleri konusunda başı çekiyor. Her sene yüz elli kadından fazlası erkek cinayetlerine kurban gidiyor. Almanya’da her sene on beş binin üzerinde kadın fiziksel şiddet yüzünden sığınma evlerine gidiyorlar. Geçen sene Avrupa’nın bir çok kenti kadına yönelik şiddete karşı çok yoğun mitingler ve eylemler düzenlendi. ABD’de her yetmiş üç saniyede bir kadın, cinsel saldırının veya girişimin kurbanı olurken, her altı kadından biri tecavüze uğruyor ya da tecavüz girişimine maruz kalıyor. Bu sayılar Avrupa ve Amerika’nın kendi sivil toplum örgütleri tarafından açıklanan veriler.
Tekrar serginize dönecek olursak, ne gibi sıkıntılarla karşılaşıyorsunuz? Karelerinizi kurgularken otokontrol uyguluyor musunuz?
Sosyal olayların sorun yumağı haline geldiği ve sınıfsal farklılığın her türlü şiddete yol açtığı bir dünyada en kolay şey konu bulmak! En zor olan kısım da bu konuları kafamdaki gibi karelere dönüştürmek. Bu dönüştürme işindeki en temel sorun da ekonomik kaynak sağlamak. Yaptığım çekimler karada çalışan arkadaşların işlerinden çok daha maliyetli işler. Kullandığım ekipmanlardan, tekne kirasına, güvenlik dalgıçlarına, çekim yapacağım alanların koşullarını tespit etmek için defalarca profesyonel dalgıçlarla dalış yapmamıza kadar birçok etken var. En temel sorun ise sponsorluk. Henüz o kadar aramama ve detaylı sponsorluk dosyaları hazırlamama rağmen konunun ciddiyetinde olan ve bu sorun için gerçekten bir şeyler yapmak isteyen bilinçli bir sponsor kaynağına ulaşabilmiş değilim.
Genelde tüm harcamaları kendim karşılamak zorunda kalıyorum. Öyle olunca da otokontrolü maddi anlamda mecburen uygulamak zorunda kalıyorum. Örneğin aklımda bir kare var ve bu kareyi doğru anlatmam için beş modele ihtiyacım var. Beş model demek en az beş güvenlik dalgıcı demek. Dolayısı ile ekip için ekstra tekne kirası, kostüm, yiyecek, yol, konaklama gibi tamamını sayamadığımız kalemlere ek olarak bütçenin katlanması demek. Öyle olunca da, model sayısını üç hatta bazen ikiye düşürmek zorunda kalıyorum. Bir platform veya konstrüksiyon gerekiyorsa onu ortadan kaldırmak zorunda kalıyorum.
Farkına bile varamadan aklımızdaki kareyi, hayallerimizi güdükleştiriyoruz. Ama bunun beni negatif etkilemesine, inandığım şeyi yapmaya olan hevesime, inancıma ya da harekete geçmeme engel olmasına izin vermiyorum. Kendime ve yaptıklarıma inanıyorum. İstediğim şeyi şartlar ne olursa olsun hayata geçirebildiğim için çok şanslı ve mutlu hissediyorum. Çekimlerimin tamamını denizlerde gerçekleştirdiğimden, doğa her zaman bir güzellikte bulunup, elimden tutuyor.
Peki sergileriniz farkındalığa dair bir katkı sağladığını düşünüyor musunuz? İnsanlara ulaşabiliyor mu?
Fotoğraf sessiz sinema gibidir. Eğer anlatmak istediklerinizi doğru kurgulayıp, istediğinizi de karelerinize yansıttıysanız, tercümana ihtiyacı olmayan bir dil kullanmış oluyorsunuz. Artık sizin fotoğraflarınızı, Afrikalı’sı da, Alman’ı da, Fransız’ı da Çin’lisi de her kes anlar… Cümlelelere ihtiyacınız kalmaz. Doğal olarak fotoğrafın tercümana ihtiyaç duyulmayan evrensel bir dili vardır. Ve bu dil, sizin insanlara ulaşmanızı, duygularınızı ve fikirlerinizi insalara aktarmanızı çok daha kolay hale dönüştürür.
Çalışmalarımın yeterli olup olmadığını ya da üstüne daha çok neler koyabiliriz kısmını bilmemekle birlikte bir farkındalık oluşmasına etki ettiğimi ve insanlara bir şekilde ulaştığımı düşünüyorum. Öncelikle “AYNA” sergisi bir ilk. Dünya rekortmenlerinin bir araya gelerek kadına şiddetle ilgili bir sualtı çalışmasına dahil olduğu bir çalışmanın dünyada bundan başka bir örneği yok. Yaklaşık yüz kırk ülkenin kayıtlı olduğu Dünya Sualtı Konfederasyonu’nun(CMAS) sosyal sorumluk projesi olarak bünyelerine dahil edip, yayınladıkları tek projedir.
Fransa’da, (kadına şiddetin en yoğun olduğu Avrupa Ülkeleri’nin başında gelir) bir dergide sergi hakkında geniş bir makale ve fotoğrafları yayınladılar. Almanya’da kadına yönelik şiddete karşı çalışan bir organizasyonun (Sorores Greifswald) talebi doğrultusunda proje ortaklığı yaptım ve fotoğraflarımı kendi sitelerinde yayınlayıp, broşür ve afişlerinde kullanıyorlar. Türkiye’de tüm medya kuruluşlarında sergim hakkında yayınlar yapıldı. Bütün gazetelerde haberleri çıktı. Ve Türkiye’nin iyi sergi alanlarında fotoğraflarımı sergiledim.
Başka hangi konularda çalışmalarınız oldu? Ya da çalışmayı düşündüğünüz konular var mı?
Daha önce, Gezi Olayları, Çocuk Gelinler, Maden Kazaları ve Çanakkale Savaşı’nın 100. yılı(DARDANEL’İN ÇOCUKLARI) konularında sergiler yaptım. Geçen sene başladığım sosyal medya bağımlılığıyla ilgili çalışmam sponsor problemleri, pandemi süreci gibi olumsuz koşullardan dolayı yavaşladığı için biraz zorlanarak devam ediyor. En kısa zamanda yapmak istediğim bir çalışma da engeliler hakkında. Gerekli koşulları oluşturup, destek bulduğumda bu çalışmayı derhal hayata geçirmek istiyorum.
Genelde engelli insanlar dışarıda çok fazla gözükmediklerinden, yokmuşlar ya da çok az sayıdalarmış gibi algılanıyorlar. Oysa dünyadaki fiziksel ve zihinsel engelli sayısı BİR MİLYARın üzerinde. Ve bu insanların % 50 sinden fazlası bir sağlık hizmetinden yararlanamıyorlar. Dünya nüfusunu sekiz milyar olarak düşündüğümüzde bir milyar korkunç bir rakam ve alamadıkları hizmetleri de düşündüğümüz de, dünyanın en büyük azınlığı konumundalar!!! En kısa zamanda bu konuda dünya çapında bir proje yapmayı umut ediyorum.