A.Beyhan ÖZDEMİR
Konusunu yaşanan gerçeklikten alan belgesel fotoğraf; insanların kültürlerinin, yaşam biçimlerinin, toplumsal değerlerinin, siyasal ve toplumsal hareketlerinin, toplumun kendisine veya bir başka topluma fotoğrafçının kendi bakış açısıyla yorumlanıp aktarıldığı bir tarzdır.
Sosyolojik araştırma süreçlerinden birisi de fotoğraf çekmek ve fotoğraflarla herhangi bir olayı, tarihi ve sorunu belgelemektir. Toplumsal bir soruna yaklaşımda “söz” unutulup giderken “görüntü” hem kalıcı olabilmekte hem de sorunun çözümü ve ortadan kaldırılması konusunda birer kanıt oluşturmaktadır. Çağının sorunlarına tanıklık etmenin yanında bu sorunları yansıtmak, belgelemek, toplumları bu sorunlardan haberdar ederek çözüm yollarını aramak, savaş, açlık ve yoksulluk karşıtı olmak, insanların ezilmişliğinin ve yaşam koşullarının dikkate alınmasına çalışmak için toplumsal bir bilinç oluşturmak, belgesel fotoğrafçıların ödevlerindendir. Bu anlamda belgesel fotoğrafı, çağdaş sorunlara ilişkin duygu ve düşüncelerin aktarıldığı bir araç olarak nitelendirebiliriz.
Belgesel fotoğrafın toplumsal bilinç oluşturmadaki rolü yadsınamaz. Belgesel fotoğrafçılar belli bazı siyasal koşullarda, farklı coğrafyalarda olup biten gerçekler hakkında toplumların bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi ve kamuoyu oluşturulmasında öncü rol üstlenmişlerdir. “Göz tanıklığı” yaparak diğer insanlar adına olaylara tanık olmak ve aktarmak belgesel fotoğrafın ve dolayısıyla fotoğrafçılarının öncelikli görevidir. Çünkü belgesel fotoğraf, gerçekliği yalnızca yorumlamakla kalmayıp aynı zamanda dünyanın da yorumunun yapıldığı bir alandır. Bu anlamda belgesel fotoğraf, olup bitene müdahale etmek, ideolojik bir mesaj vermek, varolan sorunlara karşı çözüm yollarının bulunmasına katkıda bulunmak gibi özelliklere sahiptir.
İnsancıl tavırları kendisine kılavuz edinen bir fotoğrafçı, gerçeğe sadık kalarak, onu tarihsel gerçekliği içinde sunmak durumundadır. Çektiği her bir fotoğraf karesi de fotoğrafçıya önemli toplumsal sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumlulukla fotoğrafçı, kişilerin kültürlerini, yaşam biçimlerini, toplumların içinde bulunduğu tarihsel ve siyasal konumlarını, kendi sanatsal ve ideolojik birikimiyle yorumlayarak görüntülemektedir. Belgesel fotoğraf, bir olayın fotoğrafa yansıtılması şeklinde algılanabilir veya zaman, mekan, olay ve kişilerin değişimini göstermektedir. Belgesel fotoğrafı etkili kılan doğrudan doğruya fotoğrafı çeken kişinin konuya bakış açısı, kompozisyonu ve yorumudur.
Belgesel fotoğrafın tarihine baktığımızda, ilk örneklerinin 1842 yılında David Octavius Hill ve Robert Adamson’ın çektiği 470 adet İskoç din adamı ve balıkçılarının fotoğrafları olduğu söylenebilir. Bu fotoğrafçıların amaçları, balıkçıların daha iyi tekne donanımı edinmeleri ve açık denizlerdeki güvenliklerinin sağlanması için gerekli koşulların oluşturulmasıydı. 1855-1856 yıllarında Roger Fenton Kırım Savaşı’nı, 1861-1865 yılları arasında ise Matthew Brady ve arkadaşları Amerikan İç Savaşı’nı belgeleyerek savaşın çirkin yüzünü ortaya koymuşladır. 1870’li yıllarda John Thomson, “Londra’da Yaşam” adlı çalışmasıyla Londra’nın yoksul insanlarını ve çeşitli mesleklere ait belgeleme çalışmalarını gerçekleştirmiştir. 1870’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Adam Clark Vroman ve Edward S. Curtis’in kızılderililerin fotoğraflarını çekmeleri, kaybolmakta olan bir kültürün belgelendiği ve dünya kamuoyuna sunulduğu çok önemli belgesel çalışmalardır.
1880-1890 yılları arasında Jacob Riis “Öteki Yarı Nasıl Yaşıyor” adlı projesiyle New York gecekondularındaki sefalet içindeki yaşamın, 1900’lü yılların başında da Lewis Hine yoksulların, göçmenlerin ve çocuk işçilerin fotoğraflarını çekmişlerdir. Jacob Riis’in başlattığı toplumsal reformcu etkinlik Lewis Hine tarafından sürdürülmüştür. 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başına kadar Lewis Hine, çocuk emeğinin sömürülmesini, çocukların kötü şartlarda ve ağır işlerde çalıştırıldıklarını göstermek ve bu çocuklar için bir şeyler yapılması gerektiğini vurgulamak amaçlı fotoğraflar çekmiştir. Bu fotoğrafçılar arasında Lewis Hine, kompozisyon ve teknik bilgisini bilinçli olarak belgeleme amaçlı kullanan ilk fotoğrafçı sayılabilir. Çünkü Lewis Hine’ın fotoğrafları, işgücünün kötüye kullanımına ait federal yasaları etkilemiş ve bu yasalar değiştirilerek çocuk işçiliğinin önlenmesi ve daha insanca çalışma koşullarının oluşturulmasına katkıda bulunmuştur.
1900’lerin başından itibaren Eugene Atget, Paris ve çevresindeki günlük yaşamı ve zamanla değişen herşeyi fotoğraflamıştır. 1920’lerde Almanya’da August Sander, “20.Yüzyıl İnsanı” ve “Çağın Görünümü” başlıkları altında topladığı, Alman toplumunun meslek ve sınıflarına örnek olacak grupların fotoğraflarını çekmiştir. 1930’larda ise Amerika’daki ekonomik kriz, özellikle tarım sektöründe çalışanları ve göçmenleri etkilemiştir. Ülkedeki ekonomik krizin atlatılmasına yönelik olarak Roy Stryker başkanlığında oluşturulan FSA (Farm Security Administration) “Çiftçi Güvenliği Yönetimi” çerçevesinde yoksul halkın belgelenmesi için bir grup fotoğrafçı görevlendirilmiştir. Bu fotoğrafçılar arasında Dorothea Lange, Walker Ewans, Russel Lee ve Ben Shahn gibi fotoğrafçılar bulunuyordu. En iddialı fotoğraf projesi olan FSA projesi, tümüyle gelir düzeyi düşük gruplarla ilgilenmiş bir toplumsal belgeci çalışma örneğidir. Bu çalışma, bir yandan belgesel fotoğrafın yoksullara olan eğilimini yansıtırken diğer yandan da bu yoksulluktan kurtulmanın çözüm yollarının aranmasını sağlamıştır.
1947 yılında altı farklı ülkeden altı belgesel fotoğrafçının kurduğu ve aralarında H.Cartier Bresson, Werner Bischof, David Seymour, Ernst Haas, George Rodger ve Robert Capa gibi fotoğrafçıların bulunduğu Magnum Ajansı fotoğrafçıları, başta II.Dünya Savaşı’nın bütün cepheleri olmak üzere, Kore, Vietnam ve İspanya’da çalışmalar yapmışlar ve fotojurnalizmi zirveye çıkararak fotoğrafın toplumsal bilinç oluşturmadaki önemini ortaya koymuşlardır. Magnum fotoğrafçılarının tüm dünya basınına yaydığı Vietnam fotoğrafları, özellikle Amerika kamuoyunun bir bölümünün savaş konusunda bilinçlenmesini sağlamıştır. Amerikan halkı, kitleler halinde Amerikan yönetiminin saldırganlığını protesto etmiştir. Bu nedenle gazetecilerin veya fotojurnalistlerin yakın zamanımızdaki bazı savaşlarda yer almaması için çaba gösterilmiş ya da çektikleri görüntüler sansür edilmiştir. Çünkü belgesel fotoğrafçılar ya da fotojurnalistler, dünyanın sorun yaşanan her köşesindeki insan acılarını görsel belgeler olarak sunarak savaş, açlık ve yoksulluk karşıtı düşüncelerin filizlenmesi sağlamışlardır.
Bir diğer Magnum fotoğrafçısı Jozsef Koudelka, 1967 yılında Çekoslovakya başta olmak üzere Avrupa’nın diğer kentlerinde yaşayan çingeneleri konu alan siyah beyaz fotoğraflarıyla dramatik bir yapı kurarak bir grubun yaşamını teknik ve estetik mükemmellikle en ince ayrıntısına kadar belgeleyen fotoğraflar çekmiştir.
Magnum fotoğrafçıları, çektikleri fotoğraflarla toplumsal bilincin oluşmasında önemli roller üstlenmişler ve siyasal güçlerin kararlarını tartışılır hale getirmişlerdir. Aynı zamanda bu fotoğrafçılar, sadece çağa tanıklık etmemiş, toplumsal eleştiri ve idealizmde somutlanan hümanist anlayışın da öncüleri olmuşlardır. Çünkü belgesel fotoğraf, özünde hümanist bir misyon taşır ve bu misyon, acı çeken insanların, göçmenlerin, ezilenlerin ve sömürüye maruz kalan insanların hakkını korumak ve bunları kamuoyuna duyurarak (fotoğraflarla göstererek) toplum vicdanını harekete geçirmek amacını güder. Sömürüye, sistemin bozukluğuna karşı yürütülen mücadele içinde meydana gelen hümanist fikirlerin temel ilkesi bireyin özgürlüğünü savunmak, her insanın uyumlu gelişmesini ve sosyal baskıdan kurtulmasını sağlamaktır. Belgesel fotoğraf tarzının en önemli yaklaşımlarından birisi olan ve “toplumsal belgeci” diye adlandırılan türün temelinde de hümanizma yatmaktadır.
Fotoğrafın icadından bu yana insani bir sorunun olduğu her yerde ortaya çıkan belgesel fotoğrafçıların bakışları bir “doğrudan bakış”tır. Bu bakış da tamamen toplumsal olmak zorundadır. Vicdan ve duygu sömürüsü yapmayan, sistemi görsel belgelerle eleştiren ve toplumun acı gerçeklerine tanıklık eden fotoğrafik görüntüler, toplumsal bilincin oluşmasında en önemli etkenlerdendir. Bu yönüyle de belgesel fotoğraf, çağının tanıklığı yanında birer de kanıt durumundadır. Örneğin, Eugene Smith’in, Japonya’da denize atık bırakan bir fabrikayı fotoğraflaması, fabrika atıklarından etkilenen balıkları, balıkçıları ve bu kirlilikten etkilenen insanların sağlık durumlarının ortaya konmasıyla balıkçılar için kamuoyu oluşturulmuştur. Oluşturulan bilinçle fabrika kapatılmış ve etkilenen insanlara tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. İşte fotoğrafı “belge” olmaktan çıkararak birer “uyarıcı” haline getiren şey onu çeken kişinin o fotoğrafa kattığı yorumu yani insani ve estetik boyutudur. Bu yorum, yaşamın içinde diğer insanların göremediği ayrıntıları görebilmektir.
Belgesel fotoğrafta konuya yaklaşmak, konuyla bütünleşmek, onlarla aynı görüş ve duyguları paylaşmak gereklidir. Toplumsal belgeci fotoğraf anlayışında, çok özel koşulları yaşayan insanların yaşamlarının ve içinde bulundukları ortamın belgelenmesi esastır. Bu belgeleme ise ancak görüntünün oluşturulmasındaki karar anının mükemmelliyetçi bir biçimde kullanılmasıyla amacına ulaşabilir. Yaşamı sorgulayan, içindeki çarpık ve bozuk yanlara kitlelerin dikkatini çekmeye çalışan belgesel fotoğraf, bu bilinçle toplum üzerinde etkili olmuş, pek çok başarıya ulaşarak “daha iyi bir yaşam” anlayışının öncüsü olmuştur.
Bu anlayışla 1982 yılından beri toplumsal belgesel fotoğraf projeleri gerçekleştirerek Amerikan toplumunun eleştirisini yapan bir fotoğrafçıdan, Ken Light’tan söz etmek istiyorum. 1950 New York doğumlu Ken Light, Mother Jones Uluslararası Belgesel Fotoğraf Fonu’nun kurucularından birisi ve Kaliforniya Berkeley Üniversitesinde öğretim görevlisidir. Aynı zamanda New York’taki ICP-Uluslararası Fotoğraf Merkezi, Prag Fotoğraf Çalışmaları Okulu, Missouri ve Baltimore’da belgesel fotoğraf atölyesi çalışmalarını sürdürmektedir. Ken Light’ın toplumsal belgeci fotoğrafları Amerika’da Newsweek, Fransa’da Paris Match, Almanya’da Tempo, Hollanda’da Nieuwe Revu, İngiltere’de London Telegraph ile Japonya, Meksika ve İspanya’nın önde gelen dergilerinde kullanılmaktadır.
Amerikalı fotoğrafçı Ken Light’ın “Rüyanın Ötesindeki Amerika” adıyla bir araya getirdiği “Texas Ölüm Sırası” ve “Appalachia USA” projelerinde çektiği fotoğrafları, idam edilmelerini bekleyen mahkumların günlük yaşamlarını, Amerikan eyaletlerinin en yoksulu olan Batı Virginia’da yaşayan insanların, maden işletmelerinin kapatılmasından sonra sürdürdükleri yaşam mücadelesini ve değişen toplumsal yapıyı göstermektedir. “Teksas Ölüm Sırası” (Texas Death Row) adlı fotoğraf projesiyle “Rüyanın Ötesindeki Amerika”nın eleştirisini yapmakta ve ABD’de halen yürürlükte olan ölüm cezasının kaldırılması için kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadır. Ken Light, bu çalışmasıyla idam mahkumlarının infazlarını bekledikleri, ABD’nin en büyük ve en aktif hapishanesi olan Teksas’taki mahkumların yaşamlarını “içeriden” bir bakışla incelemektedir. Ölüm cezasının tüm dünyada tartışıldığı bir dönemde bir sanatçı duyarlılığıyla bu sorunu görsel belgelerle gündeme getiren Ken Light, ölüm cezasına karşı toplumsal bilinç oluşturmaya ve insanları harekete geçirmeye çalışmaktadır. Ölüm cezasının uygulandığı ender, uygar ülkelerden birisi olan Amerika’da şu an iki bin sekiz yüzden fazla mahkumun infazını beklediğini belirten Ken Light, “FBI’nın verilerine göre ölüm cezasının caydırıcı olmadığını, bu nedenle ölüm cezasının kaldırılması gerektiğini söylüyor. Fotoğrafçı, işledikleri suçlar ne olursa olsun idam mahkumlarının içlerindeki “bizden farklı olmayan taraf”ı yansıtmaya çalışıyor. Fotoğrafları, San Fransisco Modern Sanatlar Müzesi (MOMA), Houston Güzel Sanatlar Müzesi (Museum of Fine Arts), Uluslararası Fotoğraf Merkezi (International Center of Photography), Amerikan Sanat Müzesi (American Museum of Art) gibi müzelerde sergilenen fotoğrafçı, 120’den fazla sergi ve gösteri gerçekleştirdi ve bu konularla ilgili fotoğraflarını kullandığı 5 kitap yayınladı. ABD’nin önemli toplumsal sorunlarına eğildiği bu kitaplarından “To The Promised Land”, “With These Hands” ve “In the Fields”de çiftlik işçilerinin yaşamlarını ve onların Meksika’dan ABD’ye kaçak göçlerini inceleyen Light, Missisipi Deltası’nı konu aldığı “Delta Time” adlı kitabını üç başlık altında toplamıştır: Pamuk işçilerinin çalışma hayatlarının her safhası, harabe halindeki baraka evler ve delta insanlarının yüzlerindeki inanç, kararlılık boyun eğmişlik ifadeleri. Sözünü ettiği bu ifadeler, Ken Light’ın fotoğraflarında hiç bir yoruma yer bırakmadan ortaya konmaktadır.
Savaşın haberini yapmak ve fotoğraflarını çekmek üzere 25’den fazla savaşta fotoğrafçı olarak bulunan Coşkun Aral’ın çalışmalarına baktığımızda ise savaşın tüm vahşetini görmek mümkündür. Bir grup meslektaşıyla açtıkları “Başka Bir Dünya Afganistan” adlı Fotoğraf Sergisi ve “Sözün Bittiği Yer” adını verdiği fotoğraf albümünde savaşa ait tüm gerçekleri kamuoyuna sunan Coşkun Aral, “Bu görüntüleri görmediği taktirde dünyada olup bitenlere karşı bir duyarlılık ve bilinç oluşmayacaktır. Ancak, savaşın vahşetini göstermek için kopmuş, parçalanmış insan bedenlerini göstermek gerekmez, bazen bir gözün bakışı tüm acıları anlatabilir.” diyor.
Yıllardır dünyanın yarısından fazlası savaşlara sahne olmakta ve bir o kadarı da doğal afetlerden etkilenmekte ya da ülkesinin işgali nedeniyle göçe zorlanmaktadır. Milyonlarca insan, başka insanların acıları üzerine kurulmuş mutluluklar yaşamaktadır. Gelişmiş birçok ülkenin ekonomileri, savaş ve silah ikilisinin ekonomisi ile varlığını sürdürmektedir. Dünya barışı için öncelikle savaşın, göçmen kamplarının, doğal afetlere karşı çaresizliğin ve açlığın anlamının gösterilmesi ve bu konuda bilinç oluşturulması gerekiyor. Savaş görüntüleri, o savaştan habersiz kitlelerin savaş aleyhtarlığını güçlendirerek insanları bu konuda motive etmektedir. Ancak bütün bu insan dramlarının yaşandığı yerlerdeki hayatlar bilgi toplumlarına aktarılıyor, filmlere konu ediliyor ve beyinlerde taze tutulmaya çalışılıyor. Ne yazıkki en barışçı ülkelerde bile silah ve sığınaklar bulunduruluyor. İnsan belleğinin derin olmadığı, olayların çabuk unutulduğu yerlerde bu tür dramlar yaşanmaya devam ediyor.
Sonuç olarak; bir sorun hakkında bilgi sahibi olmamak, onu görmeyerek yok saymak anlamına gelmemelidir. Çünkü sorunların nedenleri, anlamları bilinmeden toplumların bilinçlenmesi ve sorunların çözümü sağlanamaz. Toplumların bilinçlendirilmesi ve sorunlara karşı kamuoyu oluşturulmasında belgesel fotoğrafın ve fotoğrafçılarının etkisi tartışılmaz. Hümanist duyarlılık, eleştirel bakış açısı ile tanıklık yapan belgesel fotoğrafçılar, görsel kanıtlarla her türlü insani sorunları gündeme taşımaktadırlar.
*Yard.Doç.Dr.
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü Öğretim Üyesi
YARARLANILAN KAYNAKLAR :
A.Beyhan Özdemir, “Fotoğrafik Dilyetisinin Evrimi Bağlamında Müdahale Sorunsalı”
(Yayınlanmamış Doktora Tezi) DEÜ, SBE, İzmir, 1996
Güler Ertan, “Belgesel Fotoğraf”, Fotoğraf Dergisi, İstanbul, Nisan-Mayıs 2000,
John Berger, O Ana Adanmış, Metis Yayınları, İstanbul, 1990
Susan Sontag, Fotoğraf Üzerine, Çev.Reha Akçakaya, Altıkırkbeş Yayınları, İstanbul, 1993
Time-Life Books, Documentary Photography, USA, 1973
www.aciksite.com “Coşkun Aral ve Murat Yaygın ile Söyleşi”, 11.03.2002
www.cafeturco.com “Belgesel Fotoğrafa Kısa Bir Bakış”