Yazı ile resmin birlikteliğinin çok uzun bir geçmişi vardır. İnsanoğlunun öğrenmeye ve bilgiyi yaymaya ilişkin serüveni belki de ilk olarak resimlerle başladı.
Duvara çizilen av sahneleri ya da dini ritüeller ile o anlar belgelenmek ya da ölümsüzleştirilmek istenmiştir. Mağara duvarlarına bırakılan el izleri ise zor yaşam koşullarına ilişkin birer delil niteliğindedir. Kimi ellerde parmaklar eksik bulunmuştur. Bu durum orta çağa kadar değişmemiştir. Yazının icadı çok gerilere kadar gitse de, ortaçağda okuma yazma bilmeyen halkın oransal fazlalığı nedeniyle görsel materyaller önem arz etmekte idi. İlk olarak kuzu derisi üzerine yazılan kitaplarda metinler ve resimler biraraya geldiler.
Rönesansta ise, sanat eserlerinde esere konu olan şahsiyetlerin ağızlarından süzülen sözler eserlerin altına eklenmekteydi. Eserlerin genellikle dini motifler içermesi nedeniyle, eklenen bu açıklamalar daha çok “tanrının bir kelamı” olarak algılanır ve bu ifadelerin mutlak doğru olduğu kabul edilirdi. Günümüzde ise “gerçek sonrası” dönemi yaşadığımız için basılı fotoğrafların altındaki yazıların doğrulukları konusunda çok da emin olamamaktayız ve her okuduğumuz metnin doğruluğunu şüpheyle irdelemekteyiz. Bu, gerçek anlamda bir paradigma değişimidir.
Fotoğrafların altındaki yazılar günümüzde temsil ettikleri anlamlar bakımından da farklılık arzetmektedirler. Dergi, gazete ya da sanal içeriktekiler daha çok bilgilendiricidir, çocuklara yönelik alt yazılar ise çocuğun hayal dünyasına hitap eder. Bilimsel kitap ve makalelerde ise, oldukça soyut, kuramsal ve karmaşık kavramlar kısa bir alanda ifade edilmek istenir.
İşlevsellik bağlamında fotoğraflara eşlik eden yazılar bir bilbordda ticari, reklam ya da pazarlama amacı güder. Kısa, öz, çarpıcı, etkileyici ya da yanıltıcı içerikleriyle sizleri arzu edilen yöne çekmek isterken, resmi yazılardaki açıklamalar (örn. trafik cezalarında) size gönderilen fotoğrafın altındaki yazılar, durumu ispat etmeyi, olayı belgelemeyi ve size bir konuda talimat verme ya da açıklama yapmayı hedeflemektedir. Kimlik ya da pasaportunuzdaki yazılar ise sizin kimliğinizi göstermektedir.
Görüldüğü üzere insanların hayatına eskisi gibi resimler değil, yazı hakimdir. Barthes’in dediği gibi artık görselin medeniyeti olmaktan çıktık, artık tüm görsellere bir yazı ve açıklama eşlik etmekte, bu da, artık metnin medeniyeti haline geldiğimizin bir göstergesidir.
Peki, metin ve görseller birbirini bütünler mi? Ya da ikisi uyum içinde midir? Hem evet, hem hayır. Alt alta yazılmalarına ve birbirlerini tamamlamalarına rağmen, ayrı ayrı şeyleri de ifade edebilmektedirler. Görselleri doğuştan beri görmekteyiz ve yorumlamaktayız. Okul hayatı da artık insanoğlunun hayatında çok erken dönemde yer bulmakta ve daha sonra hayatına hakim olmaktadır. Karşılaştığımız görselleri o güne kadar sahip olduğumuz görsel belleğimizdeki birikime göre irdelerken, algılamada bireylerin öznelliği hakim olur.
Herkesin bir konudaki deneyimi ve birikimi farklı olabilmekte, bir de buna duygusal etmenler de eklenince tamamıyla farklı sonuçlara varılabilmektedir. Yazıda ise durum biraz daha değişiktir. Her bir kelimenin sıklıkla bir görsel karşılığı vardır ve kelimelerin analizi daha katı ve sıkı kurallara göre yapılır. Başta okuma yönümüz bile bellidir, aynı kültürdeki insanlar sıklıkla hep aynı yönde okur ve yazar. Soldan sağa ve yukarıdan ve aşağıya. Kelimeler ise konuştuğumuz dile bağlıdır. Dolayısıyla okuduklarımız, anladığımız dilin kurallarına bağlıdır. Kelimelerin anlamı, gramer kuralları ve o dilin diğer özellikleri ve kuralları bilinmelidir.
Kullandığımız dil ve dolayısıyla yazı, birebir kelime anlamından öte anlamlar taşımaktadır. Her bir kelime bağlam doğrultusunda farklı kavramları temsil edebilmektedir. Bu durum, semiyotik kuramı çerçevesinde ele alınır. Kelimenin temsil ettiği imge ve ifade etmeye çalıştığı imgeler arasındaki ilişki sıklıkla bu kavramlar konusundaki genel kabullere dayalı işler. Dolayısıyla kelimelerin temsil ettikleri anlamlarından öte, insanoğlunun yüklediği idiyomatik ifadelere, sahip olduğu klişelere ya da yüklenen metaforlara bağlı anlamları olabilir. Bu nedenle kelimelerin semiyotik derinliklerine hakim olmadığımızda, okuduğumuz kelimelerin temsiliyetleri konusunda sıkıntılar yaşarız, anlamakta güçlük çekeriz.
Barthes ise semiyotik terimini dil bilimcilerinden farklı anlamda kullanmaktadır. Kendisine göre semiyotik görsel ve kelimeler arasındaki anlam farkını ifade eder. Fotoğrafın görülmesi ile birlikte anlaşılması anlık bir mesele iken, metinlerde bu durum farklıdır. Metnin önce okunabilmesi ve anlaşılması gerekir. Uygun dili ve yazıyı bilmiyorsak bu biraz gecikmelere neden olur. Bilsek dahi, yazılı metinde ifade edilmek istenen kavramları anlama süreci görsele göre daha geç olur. Bunun nedeni dilin üst düzeyde sembolik bir yapıya sahip olmasıdır, halbuki, fotoğraflarda bizler her zaman gösterilen nesnelere ilişkin bir anlam ya da açıklama bulabiliriz.
Bu çok basit ya da çok karmaşık olabilir. Bizler fiziksel, yani kimyasal ve optik bir işlemin sonucu olan fotoğraflardaki nesne ve olayların gerçekten vuku bulduğunu ya da gerçekte var olduğuna inanırız ve sorgusuz sualsiz gördüklerimizi ve hissettiklerimizi hemen yorumlamaya koyuluruz. Bu nedenle fotoğraf özgün bir imgeyi içinde barındırır, halbuki bir tablo ve üzerine yapılmış bir resim bir ikondur, yani resimde gösterilmeye çalışılan nesnenin temsilidir. Fotoğraf ise bir indekstir. Fotoğrafta gerçeklik fotoğraf makinesi ile fotoğrafı çekilen nesne arasında değişim göstermezken, resimde gerçeklik ressam ile tablo arasında değişmez. Fotoğrafta gördüğümüz bireyleri, nesneleri, yerleri ya da olayları daha önce gördüğümüzü hatırlarız; ancak metnin yorumu fotoğrafa göre daha fazla manipülasyona ve yoruma açıktır.
Barthes bu konuya şöyle bir katkıda bulunur. Fotoğrafları kodu olmayan mesajlar olarak kabul eder. Fotoğrafların tamamıyla tanımlayıcı olduğunu söyler. Fotoğrafları nesnel vakaların ya da nesnelerin basit bir kaydı olarak kabul eder. Bunu fotoğrafın denotatif anlamı olarak da ifade eder. Diğer yandan, yine Barthes’e göre fotoğrafların nesnel tarifleri olanaksızdır, çünkü tariflerimiz bireye bağlı yorumlardır. Yani bir fotoğrafı tarif ederken, konotasyon aşamasına geçeriz ki bu aşamada nesnel olmanız olanaklı değildir. Çok kısa bir anda dahi fotoğrafları yorumlarken, fotoğrafta bulunan imgelerin ve anlamların yorumları ve çözümlenmeleri bireyin öz deneyimine bağlıdır. Yani dil ile aktarım sözkonusudur.
Fotoğrafların kendisini inceleyen ve izleyenlere verdiği doğrudan mesajın cılız kaldığı ifade edilir. Dilin ve yazının daha zengin bir yapı olduğu kabul edilir. Ancak yine de fotoğrafların anlatımsal bir yoksulluk içinde olduklarını kabul etmek mümkün müdür? Bir fotoğraf daha geniş bir öyküsel bir anlam vadetmese de, çerçevenin ötesinde başka bir arayış içine girmeli miyiz?
Yanıtımız hayır olmalı. Fotoğraflar içerik ve anlam olarak kısır gibi görünse de, kendi kendine yeterli araçlardır. Yapısal bütünsellik ve tutarlılıkları dikkat çekicidir ve yorumlayan kişiye göre değişmekle birlikte, bu sağlamlığı yorumlayanın öyküsel çok yönlülüğü ile birleştirmesi mümkündür. Hatta Szarkowski bu birleşimi öyküsel yoksulluk ile sembolik güç kombinasyonu olarak ifade eder.
Yazı ve edebiyatın gelişmesinden önceki devirlerde dil konuşularak iletilirdi. Bu ağızdan ağıza yayılan kültür, ancak belleği güçlü ve konuşulanları iletebilen bireyler sayesinde ayakta kalabilmekteydi. Yazısı bulunmayan topluluklar bu nedenle içine kapanık ve küçük kalmaktaydılar. Yazının ve matbaanın icadı ile toplulukların büyüklüğü ve kendilerini kapsamlı ve soyut olarak ifade etme yeterliliği de artmıştır. İnternet ise bunu bir adım öteye götürüp, kitlesel olarak paylaşılan bilginin bireyselleşmesini sağlamıştır.
Barthes çağdaş kültürün dil ile aktarıldığını ifade eder. 20. yüzyılda fotoğrafçılar hergün içinden geçerken yolumuzu bulmaya çalıştığımız imgeler ormanı ile çalışmaya başlamışlardır. Metni, soyut çalışmalarında birer tasarım öğesi ya da kamusal mekanların ticarileşmesini eleştirmek için kullanmaktadırlar. Sanatçıların bazıları çevrelerinde bulunan metni fotoğraflarken, diğerleri metni görüntü elde etmek için kullanmaktadırlar.
Çevremizde bulunan metnin aslında doğada bulunmadığını ve insan eliyle yaratıldığını düşündürse de, metni görsel dünyaya kazandıranlar, sözel olmayan eylemimiz üzerine eklediğimiz insani ve akılcı kodlar olduklarını bize düşündürür.
Kaynaklar
- Modrak R, Anthes B. Reframing Photography: Theory and Practice. 1st Edition. London: Routledge. 2010.
- Benjamin W. Fotografinin Küçük Tarih. Çev: Barış Tanyeri. Altıkırkbeş Basın Yayın. 2011.
- Emerlin J. Photography: History and Theory. 1st Ed. London: Roudledge. 2012.
- Barthes R. Camera Lucida. Fotoğraf Üzerine Düşünceler. Çev: Akçakaya R. Altıkırkbeş Basın Yayın. 2011.
- Lanir L. Roland Barthes: Decoding Images and Image Rhetoric- Explained. Erişim: https://medium.com/@llanirfreelance/roland-barthes-decoding-images-and-image-rhetoric-explained-857db3c045d3. Erişim tarihi: 23.02.2020.
- Roland Barthes: Elements of Semiology. Erişim: http://www.iconresearch.net/elements-of-semiology. Erişim tarihi: 23.02.2020.
- Tucker, A. W. (2007). Lyons, Szarkowski, and the Perception of Photography. American Art, 21(3), 25–29.
- Federman, M. (2004, July 23). What is the Meaning of the Medium is the Message? Erişim: http://individual.utoronto.ca/markfederman/article_mediumisthemessage.htm. Erişim tarihi: 23.02.2020.
- McLuhan M. “Marshall Who?”. Erişim: https://www.marshallmcluhan.com/biography/. Erişim tarihi: 23.02.2020.
- Grosswiler, Paul (2004). “Dispelling the Alphabet Effect”. Canadian Journal of Communication, Vol 29, No 2 . Erişim: https://www.cjc-online.ca/index.php/journal/article/viewArticle/1432/1540 . Erişim tarihi: 23.02.2020.