Pencereler dingin, uçsuz bucaksız bir manzarayı gözler önüne sererken gidiyoruz. Birbirlerine paralel tren raylarını düşündükçe, sadece ve sadece kavuşamamayı hayal ediyorum. Fakat, bir yandan da kavuşmanın az kaldığını aklım yadsımıyor. Kavuşmak; ana’ya, yar’a, kardaş’a, yuvaya…
Trenleri hep sevdim, tren kara olup, kara haberlerle gelse de, ak olup gönüllere su serpse de daima da seveceğim. Tıpkı bu fotoğraftaki nihil denizde yüzen, başı dumanlı tren gibilerine hangimiz binmedik. Hangimiz ayrılıklar sonrası kendimizi sevdalılarımızın kollarına ya da anamızın sevgiyle kucaklayan, esirgeyen bağrına bırakmadık. O yüzden sizde sevin trenleri, bazen sırf onlar hoşnut olsun diye alın başınızı onlarla birlikle bir yerlere gidin. Yanık bir türkü tuttururken, bir yandan da camdan memleketinizi izleyin.
Hep samimi olduğumu söyledim durdum. Şimdi samimiyetsizliği bir kez daha alt edeceğim. Fotoğrafa başlayıp, işin özünü algılamaya başladığım ilk günden beridir, Sabit KALFAGİL’in yapısal fotoğrafından hiçbir vakit haz etmedim. Neden mi? Çünkü her daim kadraja hapsedilmiş o tin düşmanı görüntüler bana zulmettiler de o yüzden. Fakat, şimdi itiraf etmeliyim ki, bu KALFAGİL fotoğrafı her aklıma geldiğinde insan olmaya dair duyguların heyecanını yaşıyorum. Bir keyifleniyorum. Bazen coşuyor. Kimi zaman da hassaslaşıp gözlerimdeki bulutların ufaktan yağışlar bırakmasına şahit oluyorum. Bunu bazen neye bağlıyorum biliyor musunuz? Trenin kadrajın içerisine hapis olmayı reddeden dumana. Bir yandan da kulaklarım o aşina sesle çınlıyor.
“Ah! Evladım, keşke trenin bacasından tüten dumanlar kadraja dahil olup, böyle köşeden bucaktan kesilmeseydi.”
Cenk ‘Mirat’ PEKCANATTI, 13/08/2002
-Prof. Dr. Sabit Kalfagil’in Fotoğraf Arşivinin Akibeti Ne Olacak?-
Bir imza ile katkıda bulunmak isteyenler aşağıdaki bağlanıyı tıklayarak kampanyaya erişebilirler.