Koronavirüs döneminde, medya çalışanları işlerini yapmanın yeni yollarını aramaya başladı ve bu yeni yolları deneyimledi.
Muhabirler, görüşecekleri haber kaynaklarına sosyal mesafeyi koruyarak mikrofon uzatırken haber yayınlarında ise çevrim içi platformlarla canlı söyleşiler yapıldığını gördük. Foto muhabirler için ise uzaktan çekim yapmak zordur. Çünkü fotoğraf için kamera ve özne arasında bir bağlantı gerekir. Dolayısıyla pandemi döneminde foto muhabirler, bizlere fotoğraf sunabilmek için Koronavirüs riskiyle karşı karşıya kaldı.
Koronavirüse rağmen dünyadaki bazı foto muhabirler salgın atmosferini kaydetme ihtiyacı duyarken, bazıları ise evde kalmayı tercih etti. Peki bu süreç, Türkiye’deki foto muhabirleri nasıl etkiledi?
Foto muhabirler Murat Bay, Dilara Şenkaya ve Mehmet Kaçmaz ile sahada çalışırken aldıkları önlemleri, evde kalma deneyimlerini ve fotoğrafladıkları hikâyeler ile sahada çalışmanın stres ve travma boyutları hakkında konuştuk.
“Acaba enfekte olmuş muyuzdur?”
Mehmet Kaçmaz, 21 yıldır belgesel fotoğrafçısı ve serbest çalışan bir foto muhabir.
Koronavirüs döneminde insanların günlük hayatta aldıkları önlemlerin dışında ekstra bir önlem almadığını söyleyen Kaçmaz, “Maske kullanıp yanımızda dezenfektan taşıdık. Ekipmanlarıma da dışarıdaki çekimlerden sonra eve gelince dezenfektan işlemi uyguladım. Ama bu ne kadar işe yarar bir şey, ondan çok emin değilim,” diyor ve şöyle anlatıyor:
“İstiklal Caddesi’nde belediyenin bir ekibi, dezenfeksiyon işlemi uyguluyordu. Yerleri temizliyorlar ama biz de önden 3-4 metre mesafelik bir açıdan fotoğraf çekmeye çalışıyorduk. Fakat bu mesafeye rağmen basınçlı suyla birlikte yerdeki bütün pislikler, toz yukarı kalkıyordu. Dolayısıyla maske bunu ne kadar önler, ondan çok emin olamadık. Ara ara ‘Bu kadar çok sokağa çıkıyoruz ve fotoğraf çekiyoruz acaba enfekte olmuş muyuzdur?’ gibi kaygılar da olmadı değil.”
Kaçmaz, ne tamamen evde kaldığını ne de tamamen sokağa çıktığını söylüyor, “Kendi açımdan bir denge tutturdum aslında. Sokağa çıkma yasağının uygulandığı ilk gün, bomboş bir İstanbul ve mekân duygusunu çok merak ediyordum. Hem işim gereği hem de kişisel bir meraktı, kaydetmek istedim.”
“Salgının her yeni evresinde yeni şeyler oluyordu. Mesela sokağı fotoğraflarken 23 Nisan günü enteresandı benim için. Bir gün evdeyken baktım ki sokaktan muhtarlığın bir arabası geçiyor. Evdeki çocuklar için müzik yayını yapıp, resimli kitaplar hediye ediyorlardı. Sokağa çıkıp onları fotoğrafladım. Yani sadece salgın değil salgının normal gündemle birleşme pratikleri de tuhaftı ve o görüntüler benim için önemliydi.”
“Koronavirüs sokağı neye çeviriyor, insanları ne hâle getiriyor gibi bir gündelik hayat pratiği çektim diyebilirim,” diyen Kaçmaz, dışarıda geçirdiği sürede, daha çok sokağı ve gündelik hayatı fotoğrafladığını söylüyor:
“Bir taraftan da şöyle bir şey var; aslında salgının doğası fotoğrafın doğasıyla çatışma hâlinde. Salgının doğası sosyal temastan uzak durun, yan yana gelmeyin diyor. Bu da kendinizi izole etmek anlamına geliyor. Fakat fotoğrafın doğası da, bir şeyi kaydedebilmek için, orada ve o anda olmayı gerektiriyor.”
“Acaba buna bir yöntem bulunabilir mi?” diye düşünen Kaçmaz, iletişimin görüntülü konuşmaya dayandığını fark edip, uzaktan fotoğraf çekmenin mümkün olup olmadığını görmek için Zoom üzerinden gerçekleştirilen bir portre çalışması yapmaya başlamış:
“Zoom üzerinden birtakım insanları arayıp onlarla konuşuyoruz ve o insanların yardımıyla bir çerçeve belirliyoruz. Ben fotoğrafını çekeceğim kişilere bilgisayarların kameralarını nereye yerleştirmeleri, ne kadar uzakta durmaları gerektiğini söylüyorum. Bilgisayarlarını bir kamera olarak kullanıp portrelerini çekiyorum. Bu aslında işi yapan ve işin konusuyla garip bir iş birliği de demek. Bu çalışmalar da aslında mecburen oldu. Yani bir şekilde konvansiyonel yöntemi kullanamıyorsanız eğer, ki bizim iş de bunu gerektiriyor, böyle yöntemler öne çıkıyor.”
“Bizden daha fazla risk altında çalışan pek çok insan var”
Dilara Şenkaya, 2011 yılından beri fotoğrafçılık yapıyor, 2015 yılından beri de serbest foto muhabir olarak çalışıyor.
Şenkaya, toplu taşıma kullanmadan ulaşabileceği bölgelerde çekim yaptığını söylüyor: “Süreç başladığında 2 buçuk hafta sonra tam olarak sahaya indim. Haberciliğin diğer alanlarında yeni yöntemler deneyimlenirken foto muhabirleri için aynı şey söz konusu değil. Bu, beraberinde birtakım belirsizlikler getirmiş olsa da zaman içerisinde bir sisteme oturtabildim.”
Şenkaya, önlem olarak çift maske kullandığını, el ve ekipman temizliğine çok dikkat ettiğini, dezenfektan, antibakteriyel jel ve mendilleri mümkün olduğunca kullandığını söylüyor ve anlatıyor:
“Tabii ki sosyal mesafe kuralı var bir de. Sosyal mesafeyi hepimiz korumaya çalışıyoruz ama bu çoğu zaman mümkün olmuyor. Bu gereklilikleri göz ardı eden pek çok insanla karşılaşıyorsunuz. Fotoğraf çekerken etrafınızda beliren ve soru sormak isteyen, bunu yaparken maske takmayan insanlarla karşılaşmak aldığınız önlemleri riske atmış olabiliyor.”
“Hem bu koşullarda çalışmayı hem de evde kalabilmenin getirdiği zorlukların karşılığını sahaya indiğiniz zaman görüyorsunuz. Siz evdeyken pek çok insan farklı koşullarda çalışıyor, benden daha fazla risk altında çalışan pek çok insan var,” diyen Şenkaya, sahada karşılaştığı ve fotoğrafını çektiği bir olayı anlatıyor:
“Sokağa çıkma yasağının olduğu bir gün Kadıköy’e çekim yapmaya gittim. Rögar/kanalizasyon girişinin içinde çalışan iki kişi vardı ve bir nefes mesafesindeydiler. O esnada da sohbet ediyorlar bir yandan da sigara içiyorlardı. Sıfır sosyal mesafe, hijyen yok, maske yok sadece eldivenleri var, ben de fotoğrafladım. Ama onlar orada büyük bir risk altında çalışmaya devam ediyorlardı. Bu değişimlere tanıklık edebiliyor olmak bir foto muhabir için çok önemli.”
“Başka bir açıdan 65 yaş ve üstünün haftalar sonra sokağa çıktıklarındaki mutluluklarına şahitlik etmek, İstanbul’un bomboş hâli de başlı başına bir deneyimdi. Onları belgeleyebilmenin şans olduğunu düşünüyorum. Bu zamana kadar hiç bakmadığım açılardan bakmama sebep olan kaotik bir süreç.”
“Sokak kapımızın dışında kalan her yer bir ‘olay yeri’ artık”
Murat Bay, son 10 senenin toplumsal olayları ve sokak hareketleri üzerine görsel içerik üretmiş. Suriye, Irak ve Türkiye’deki çatışmalar ve mülteci sorunu üzerine çalışmış ve şu anda da serbest olarak foto&video muhabir olarak pandemi dönemini belgeliyor.
Bay, ilk olarak foto muhabirlerin çalışırken risk almasının yeni bir durum olmadığına ve Türkiye’de birçok koşulda çalışmanın zor olduğuna değiniyor: “Toplumun maruz kaldığı manipülasyon ve nefret söylemlerinin hıncı, sahadaki eli kameralı muhabirden çıkabiliyor.”
Bu gergin atmosfere bir de pandeminin eklenmesinin koşulları daha da zorlaştırdığını söyleyen Bay şöyle anlatıyor:
“Birçok foto muhabir serbest yani bir anlamıyla da güvencesiz çalışıyor. Kendi güvenliğimizi almak ya da koruyucu ekipmanlarımıza kendi çabamızla ulaşmak zorundayız. Maske tedariklerinin sıkıntıya girdiği dönemde maskeye ve dezenfektana ulaşmam zaman aldı. Bu dönemde diğer arkadaşlarım gibi koruyucu ekipman olmadan çalışmak zorunda kaldım. Hastaneler, mezarlıklar, toplu taşıma araçları gibi riskli bölgeler dediğimiz bu alanlara dair görsel bir fikriniz var ise bunu genellikle bir foto muhabire borçlusunuzdur. Ben şu an sahaya inerken eldiven, maske ve dezenfektanımı yanıma alıyorum ve mümkün olduğunca temas etmekten kaçınıyorum.”
Bay, insanların olmadığı sokaklarda dolaşmak ya da acele etmeden çalışmanın bir anlamda güzel olduğunu söylüyor: “Bunun yarattığı motivasyon virüsün gerginliğini bir nebze de olsa hafifletiyor. Ama evden çıktığım andan itibaren görünmez bir düşmanın etrafımda bana ulaşmaya çalıştığı hissine kapılıyorum. Defalarca Koronavirüs semptomları yaşadım ve doktor arkadaşlarımla yaptığım görüşmelerde bunun psikolojik olduğuna karar verdik. Bunu da bastırılmış kaygılarımın vücuduma etkileri olarak tanımlıyorum. Belki de çoktan yakalandım ve atlattım bunu bilmiyorum.”
Sahada çalışırken yapabilecek en iyi şeyin olayla aranızda duygusal mesafeyi korumak ve bir sonraki anı öngörüp doğru yerde beklemek olduğunu söyleyen Bay şöyle anlatıyor:
“Fakat bugün sokak kapımızın dışında kalan her yer bir ‘olay yeri’ artık. Elbette ‘Evde kal’ çağrıları çok önemli ve kıymetli. Son 2 ayda arkadaş çevrem tarafından bu haklı uyarılara defalarca maruz kaldım. Ama tıkladığımız haberlerin fotoğraflarını birileri çekiyor, yani birileri bu olağanüstü zamanları tüm boyutlarıyla belgeliyor. Bunu tarihsel bir sorumluluk olarak da görüyorum.”
Bay, fotoğrafladığı çalışmaların, pandeminin varlığının sembollerini önceleyen maske gibi yeni bir bakış açısı kazandığını da söylüyor.
“Mali bir travma yarattı aslında”
Murat Kaçmaz, Koronavirüs dönemindenin yarattığı stres ve travma için şunları söylüyor: “Atlanılan bir nokta var, o da serbest çalışan bir fotoğrafçının maddi açıdan ayakta kalabilmesinin zorlaştığı. Yaptığımız işlerden çok para kazanıyoruz diyemeyiz. Bu süreçte de serbest fotoğrafçılar için önemli gelir kaynakları kesilmiş oldu. Dolayısıyla ne zaman bu durumun normal hâle geleceğini de kestiremiyoruz açıkçası. Sadece mali bir travma yaratmış olabilir.”
Şenkaya için en stresli durum Koronavirüsü taşıyıcı olarak ailesine bulaştırma kaygısı olsa da, çekemediği fotoğrafın da önemli bir stres faktörü olduğunu belirtiyor, “Gitmediğim haber, çekmediğim fotoğraf da benim için stres sebebi. Çünkü gerçekten çok önemli zamanlara tanıklık ediyoruz ve bu mesleği yapmaya çalışan biri olarak bu anları yakalamak benim motivasyonum. Pandemi döneminde hastane, mezarlık gibi riskli bölgelerde bulunmadığım için bu bölgelerde çalışmış ve hâlâ çalışmakta olan habercilerin, foto muhabirlerinin yaşadığı stresle kendiminkini ayrı tutuyorum.”
Yazı: Sakine Orman
Kaynak: https://www.newslabturkey.org