Bilgi birikimi, eserleri, düşünüş ve ortaya koyuş biçimiyle gerçek bir sanatçı ve öğretim üyesi Laleper Aytek.
Boğaziçi üniversitesi Ekonomi bölümü mezunu. Yüksek lisans için gittiği Norveç’te fotoğraf sanatı ile ilgilenmeye başlamış, profesyonelleşmiş ve uzun yıllardır gerek solo sergi gerek karma sergilerle hayatımızda yer almıştır. Eserleriyle, yazılarıyla ülkemizde “başarılı kadın” sıfatını sonuna kadar hak eden bir hocadır.
Öncelikle kendisine teşekkürlerimi sunarak başlamak istiyorum.
Hali hazırda devam eden “Hayat Başka Yerde” serginiz 11 Ocak 2020 ye kadar Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde sergileniyor. İçinizi döktüğünüzü söylediğiniz sergide fotoğraf sevenleri ne bekliyor?
Sergiden biraz bahsederek başlayabilir miyiz?
“Hayat Başka Yerde” bir iç yolculuk, içe yolculuk hikayesi gibi düşünülebilir. İçinde yaşadığım dünyayla, insanlarla, kendimle karşılaşmalarımdan bana kalan duygular, sorgulamalar ve çağrışımlar beni son beş yılda çektiğim fotoğraflarla bu başlıkta buluşturdu diyebilirim. Korkularımla, özlemler’imin; hiç baş edemediklerimle, tutkuyla bağlandıklarım; umutlarımla, suskunluklarım ve itirazlarımın buluştuğu, çarpıştığı, birbirine yaslandığı ve çoğu zaman da içinden çıkılamayan kendi hikâyeme bakmayı deniyorum.
Bir görüntüye bu belirsizlik/muğlaklık alanını açması gerekir fotoğrafçının diye düşünüyorum. O görüntünün fotoğraf olabilmek için bir boşluğa ihtiyacı vardır. Tanımlanmama ya ve tek bir tarife sıkıştırılmamaya da… Tanımladığım, açıkladığım şey bitmiştir, kapanmıştır, açık değildir (ne hayata ne bana ne de yeni sorular ve duygulara). Oysa adlandıramadığı (dolayısıyla ehlileştirmediğim), tam ne olduğunu bilemediğim bir duygu, bir görüntü beni canlı tutar, vazgeçmememi sağlar. Boşluğun, muğlaklığın bir anlamı yok gibi ama bir şekilde tutunuyorum, bırakamıyorum, direniyorum çünkü belki de bir diyeceği var o boşluğun bana. “Hayat Başka Yerde” de, büyük bir boşluğun içinde, sırasız bir iç dökme, belki ufak hikayeler, bir hayat özlemi, umutlarım, hayal kırıklıklarım, vazgeçme, tutkuyla bağlanma, silik rüyalarım ve en çok da hayallerim var… hepsiyle öyle ya da böyle bir şekilde buluşmam var…
Dünyanın / ülkemizin hangi köşesi fotoğraf çekmek adına sizin için özel?
Bu sergide “hayat başka yerde” diyorum ama fotoğraf her yerde, Türkiye’nin de Dünya’nın da her köşesinde. Aslında mekânın ya da nerede olduğunuzun pek bir önemi yok. Eğer salt sosyal belgesel bir çalışma değil de kişisel bir belgesel olarak okunabilecek fotoğraflar üretiyorsanız fotoğraf içinizde, her yerde ve herkesin kendi hikayesi çok özel, önemli olan kendine yakınlaşmak, kendi hikayelerini bulmak ve görüntüye aktarmak. İç dünyalar bir sır aslında ve ben bu sırrın peşinden gitmeyi seviyorum, tercih ediyorum, çözemeyeceğimi bilsem de…
Kariyerinizde tekniğiyle yahut verdiği soyut hazla sizi etkileyen, üstat diyebileceğiniz kişiler kimler?
Pek çok isim var, 1839’dan bugüne fotoğraflarına her baktığımda bir başka hikâye bulduğum pek çok fotoğrafçı: ilk kadın fotoğrafçı Julia Margaret Cameron’dan başlayarak çok fazla isim sayabilirim. Eugène Atget, Lisette Model, Paul Strand, Tina Modotti, André Kertész, Weegee, Walker Evans, beni en çok etkileyen isimlerin başında ise galiba İsveçli fotoğrafçı Christer Strömholm geliyor. Elliott Erwitt’in humanist ama ince eleştirel kareleri, Lee Freidlander’le, Garry Winogrand’ın Amerika kareleri, Josef Koudelka, Paolo Pellegrin, Alex Majoli ve 2000’li yılların başında ilki İstanbul’da (İFSAK bünyesinde), ikincisi Kavala’da düzenlenen birer haftalık iki farklı atölye çalışmasındaki yaklaşımı ile bir diğer İsveçli fotoğrafçı Anders Petersen’i sayabilirim. Bu isimleri çok uzun bir listenin ilk isimleri olarak düşünerek…
Bir fotoğraf sanatçısı olarak size en çok ne ilham verir? Neyden beslenirsiniz?
Galiba en çok insana dair, hayata dair, en çok da saklı kalan duygularımız, korkularımız, tedirginliklerimiz ve sorularımızdan beslendiğimi söyleyebilirim. İnsanın çoğu zaman kendini nereye koyacağını bilemez ve bir boşluk arar ya da bir boşlukta bulur ya kendini… Ele geçiremediği, tarif edemediği bu boşluk duygusunda kaybolduğunu hisseder. Boşluk kalmadığında ya da olmadığındaysa aslında tüm cevaplar verilmiş ve sorular da rafa kaldırılmıştır. Tanımladığım, açıkladığım şey bitmiştir, kapanmıştır, açık değildir (hayata, bana, yeni sorular ve duygulara). Oysa tam ne olduğunu bilemediğim bir duygu beni canlı tutar, vazgeçmememi sağlar, tıpkı aşk gibi…
Size göre fotoğraflanmayı en çok hakeden olgu nedir?
Fotoğrafı/görüntüyü içimdeki ve dünyadaki tekinsizliklerin, bilinmeyenlerin peşinden giderek, açmaya korktuğum kapıları aralamak üzere bir ifade dili olarak kullanıyorum.Fotoğrafı dış dünyayı, gerçekliği yansıtmanın bir aracı değil, aksine iç dünyam üzerinden gerçekliği yıkmak üzere kullandığım bir dil, bir ifade biçimi.
Soyut kavramlarda duruyoruz fakat fotoğraf sanatı aynı zamanda teknik bir mesele. Üstelik diğer ülkelere nazaran bizde fotoğraf sanatı çok eskiye de dayanmıyor. Biraz teknik ve materyal konuşmak gerekirse gelişen teknoloji ile beraber fotoğraf sanatı nasıl etkileniyor?
Romantik bir nosyonla salt kendi öznel duygularının yankılanabileceği kareler arayışında olmanın görüntüye dair olsa da fotoğrafa dair olamayacağını artık herkesin görmesi, anlaması gerekir diye düşünüyorum. Berenice Abbott’a katılmamak mümkün mü: “Her fotoğraf bir belgedir ama her belge fotoğraf değildir, olamaz.”
Çünkü anlam, anlık değildir. Diğer “anlarla” buluşarak, birleşerek ve bütünleşerek hayata tutunur, çoğalır ve hayatın sadece o hikaye üzerinden bir ya da birden fazla anlamını oluşturabilir.
Tek başına romantik bir nosyonla çekilen görüntüler hep aynı batağa saplanma riskini taşırlar (studium); her çekimle fotoğraf olandan uzaklaşarak eksilme, eksik olma ve fotoğrafçı kadar izleyiciyi de eksiltme riskini…
Başarılı fotoğraf, tanıdık olanın içindeki bir tür şok edici tanımlayamama duygusunu açığa çıkarır. Her türden başarılı fotoğrafa baktığımızda böyle ortak bir zemin görürüz: bir kaçınılmazlık duygusu, ısrarla durma ve karenin içinden ok gibi fırlayarak içimize saplanan bir şey (punctum).
Buradan bakarak hangi yöntemi kullanarak çekilyor olursa olsun önemli olan fotoğrafçının yaptığıdır, onun hikayesi ve kurgusudur. Dijital devrim doğrudur fotoğrafı herkes tarafından çekilen bir medium’a dönüştürmüştür ama galiba fotoğraf çekilen görüntüde değil, yapılan fotoğrafta yani Barthes’ın ifadesiyle “punctum”da…
Siyah beyaz mı, renkli mi?
Siyah-Beyaz. Siyah-Beyaz benim için giderek içinde daha çok renk bulduğum, hikâyelerimin kurgusuyla çok daha örtüşen, buluşan bir tercih, bir dil oldu. Bir anlamda görüntüde olanın “mütemmim cüzü”, yani ayrılmaz parçası, olmazsa olmazı oldu. Siyah-Beyaz’ın benim çektiğim fotoğrafları katmanlaştırdığını düşünüyorum. Siyah-Beyaz Anders Petersen’in de söylediği gibi fotoğrafa kendi renklerimi koyabilmemin kuvvetli bir aracı oldu diyebilirim.
2020 de sizi nasıl takip edebiliriz? Projeleriniz ve sergilerinizden bahseder misiniz?
Hayat Başka Yerde Milli Reasürans’da 11 Ocak’da bitiyor. Şu anda Pera Müzesi’nde devam etmekte olan bir grup proje sergisinde fotoğraflarım sergileniyor: “Bir Yol Öyküsü: Fotoğrafın Ardında 180 Yıl”. Bu sergi 05.12.2019’da açıldı 01.03.2020’ye kadar devam ediyor. Engin Özendes’in küratörlüğünde hazırlanan sergi ile 180 yıl önce üç Fransız’ın çıktığı yolculuğun duraklarına Türkiye’den on fotoğrafçı olarak bizler kendi yaklaşımlarımızla kendi yolculuklarımızı yaptık.
“Hayat Başka Yerde” 3 Mart-10 Nisan 2020 tarihleri arasında İstanbul’da ikinci bir yerde daha, enkasanat’da açılacak.
Bize bir bilgi/ kelime öğretir misiniz?
BOŞLUK diyebilirim, bu serginin de baş kahramanı. Ve John Berger’e katılıyorum: “Her şeyi bir arada tutan boşluktur.”
Son okuduğunuz kitap?
Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı, Ferit Edgü
Sergi-Mekan-Fotograflar: Studio Majo/Engin Gerçek, Milli Reasürans Sanat Galerisi izniyle
Yazı: Cansu Adıyaman