Türkiye hafızasını kaybediyor

Ara Güler bu toplumun görsel belleği idi. Türkiye bir tarihçisini kaybetti, diyebiliriz. Hepimiz yaşadıklarımızı onun sayesinde hatırlıyoruz, Ara Güler olmasa yaşadıklarımızı unutacaktık!” der, tarihçi İlber Ortaylı.

Yazı: Güliz Vural 

Fotoğraf, sanat olduğu kadar, belgedir. Toplumumuzdaki birçok olayı, kişisel tarihimizdeki pek çok anıyı, sınırlı belleğimizden ziyade fotoğrafla biriktiriyor, Ortaylı’nın söylediği gibi bu sayede hatırlıyor ve sonsuza dek saklanabilecek bir bellek oluşturuyoruz aslında. Ara Güler de o belleğin parçalarından biriydi.

2018’de 90 yaşında hayata gözlerini yuman Ara Güler’in 70 yıllık bir arşivi vardı ve ölümünden sonra bu arşiv Doğuş Grubu tarafından satın alındı. Grup, bu arşivle  Ara Güler Arşiv ve Araştırma Merkezi (AGAVAM) ve Ara Güler Müzesi’ni kurdu. Müze aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası standartlara sahip ilk “fotoğraf sanatçısı müzesi” olma özelliği taşıyor. Peki en az Ara Güler kadar kıymetli arşivi olan fotoğraf sanatçılarımızın paha biçilemez arşivlerine ne oldu? Ya da ne olacak?

“İstanbul Fotoğraf Müzesi’ni biçki nakış kursu için yerinden ettiler!”

İbrahim Zaman da işte o fotoğraf sanatçılarından biri! Bugün 84 yaşında ve ömrünün 60 yılını fotoğrafa adamış. “Işığın efendisi” olarak da anılan Zaman, “Ne mutlu Ara Güler’e ki hak ettiğini aldı. Ama herkes Ara Güler kadar şanslı olmuyor!” sözlerine, kendi arşivinin geleceğine dair duyduğu kaygıyla nokta koyuyor:

Fotoğraf işlevselliği gereği layık olduğu saygıyı görmelidir. Fotoğraf, geçmişten geleceğe köprü görevini üstlenmiş bir olgudur. Benim sünnet fotoğrafım olmasaydı, sünnetimi nereden bilecektim? Anneannemi bilemezdim, fotoğraflarda görmeseydim. Fotoğraf, verdiği mesaj itibarıyla geçmişi geleceğe taşıyan bir köprüdür. Yani dönem fotoğrafçıları, yaşadıkları zamanın görsel tarihini yazan kişilerdir. 1903 yılında çekilmiş, Anadolu Hisarı’nın içini gösteren bir fotoğraf gördüm.

O fotoğrafı çekip görüntünün bana ulaşmasını sağlayan kişi, o dönemin görsel belleğini bana aktarmış kişidir. İşte size fotoğrafın değeri! Ben fotoğrafa değer veriyorum. Fotoğraf bir şahittir, bir belgedir. 20 milyon nüfusa merdiven dayamış İstanbul’da, eğrisiyle doğrusuyla bir fotoğraf müzesi açılmıştı. Ben onu eleştirenlere diyorum ki ‘Sen daha iyisini yaptın da seni alkışlamadık mı? Kovdular İstanbul Fotoğraf Müzesi’ni! Hem de ne diye biliyor musunuz? ‘Bizim kültürümüzde fotoğraf yok, biz biçki dikiş kursu açacağız’ diye! Bu ayıp bile bize yeter!

Biz Ara Güler’in şansını teslim ediyoruz ama… Madem ki yaramı kaşıyorsun söyleyeyim o zaman: Ben arşivimin akıbetinden emin değilim. Benim çocuklarımın, torunlarımın bile bu arşive sahip çıkacaklarından endişeliyim!”

“Sabit Kalfagil’in 57 yıllık arşivi, evinin bir odasında kilitli”

2017 yılında, 83 yaşında vefat eden “hocaların hocası” Sabit Kalfagil meslek hayatına mimar olarak başladı. Hobi olarak başladığı fotoğraf alanında, Marmara Üniversitesi “fotoğraf” bölümünde profesörlüğe kadar yükseldi. Aynı üniversiteden öğrencisi Prof. Dr. Oktay Çolak’tan aldığımız bilgiye göre Kalfagil’in 1960’tan ölümüne kadar çektiği arşivi evinde, kilitli bir odada tutuluyor ve henüz gün yüzüne çıkartılmış değil:

“Hem fotoğrafları hem de kitapları tüm haklarıyla birlikte devredileceği müzeyi bekliyor. Ben kendi çabalarımla İstanbul Modern Sanatlar Müzesi için Bülent Eczacıbaşı’na yazdım. Uzun bir cevap aldım, özü şuydu: ‘Sabit Kalfagil’in değerli arşivini şu anda bizim müzede değerlendirilebilecek ve izleyicilere ulaştırılabilecek bir alt yapıya sahip değiliz. Bu değerli arşivi elimizde bulundurup hak ettiği izleyiciye ulaştıramadıktan sonra anısına saygısızlık yapmış oluruz.”   

“Arşivlere öncelikle kamu sektörü sahip çıkmalı”

60 yılını fotoğraf sanatına adayan 87 yaşındaki duayen fotoğrafçı, devlet sanatçısı Ozan Sağdıç’ın da kendisinden sonra arşivinin ne olacağına dair kesin bir fikri yok:

“Cumhuriyet’ten önce de birçok kişi amatör olarak, sanat yapma amacıyla ya da zanaat erbabı olarak fotoğraf çekmiştir. Bunların başında foto muhabirleri, stüdyo fotoğrafçıları ve bir de meraklı kişiler gelir. Ancak bizden önceki kuşakların zamanında topluca muhafaza etmeye, biriktirmeye, koleksiyon yapmaya pek değer verilemediği için fotoğrafların arşiv değerleri de pek idrak edilememiştir. Çoğu fotoğrafçının işleri, kendilerinden sonra değerini bilmeyen insanların ellerinde kalmış ya dağılmış ya da kimi bir çatı katında, kimi bir bodrum köşesinde sararmış, rutubetten bozulup çürümüş, yok olup gitmiştir.

Özenle saklanan pek az koleksiyon kalmıştır. 1950’lerden sonra yetişen bizim kuşaktan itibaren fotoğrafın hem sanatsal hem de belge değeri anlaşıldığından bu arkadaşlarımızdan sağ kalanlarının bizzat ellerinde, yitirdiklerimizin ise ailelerinde epey bir birikim var. Bunların ne olacakları ise, herkes için bir sorun.

Bizim şanlı milletimiz, bürokrasi ve devlet gelenekleri açısından maşallah iyi arşivcidir. Tarihçiler bunlardan yararlanırlar tabii. Ama en canlı belge fotoğraftır. Ben öncelikle kamu sektörünün sağlam ve güvenli bir fotoğraf arşivciliğine önem vermesini çok arzu ederim. Doğuş Holding’in Ara Güler’in arşivine sahip çıkması da iyi bir örnek. Benim merak alanlarım çok çeşitli olduğundan fotoğraf birikimim de oldukça zengin. Kalitesi de eksik olmasın, değerbilir dostlarca da takdir edilir. Bir iki yerden müze yapma arzusu beyan edildi. Kısmetse olur. Ama arşiv herkesin sorunu dedim ya o da benim sorunum. Şimdilik çeşitli portfolyomu düzenli hale getirme uğraşısı içindeyim.”

Seyit Ali Ak’ın arşivine İstanbul Büyükşehir Belediyesi sahip çıktı

2009 yılında vefat eden fotoğraf sanatçısı ve tarihçisi Seyit Ali Ak, aynı zamanda iyi bir koleksiyonerdi. Yaşarken koleksiyonuyla ilgili herhangi bir vasiyette bulunmayan Ak’ın vefatından sonra mirasına yeğeni Bülent Alkar sahip çıkmış ve onu tarihe kazandırmış: “Seyit Ali Ak öldükten sonra fotoğrafları ve arşivini nasıl değerlendirebileceğimi düşündüm ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı’nı aradım. Orada bir dizi görüşmeden sonra Seyit Ali Ak’ın araştırmalarını, koleksiyonunu ve fotoğraflarını İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’na hediye ettim. Hepsi dijital kütüphaneye aktarıldı. Tek bir parça dahi kaybolmadan hepsini teslim ettim. Bunun için çok mutluyum, iyi değerlendirileceğine inanıyorum.”

Şehir Üniversitesi kapatıldı, Cüneyd Orhon Arşivi’nin akıbeti meçhul

Türkiye’de fotoğraf stüdyosu denince akla ilk gelenlerden biri olan Cüneyd Orhon’un yeri, 1954’ten 2004 yılına kadar İstanbul Kadıköy’de hizmet verdi. Yarım asır boyunca binlerce İstanbullunun yanı sıra birçok yazar, şair, ressam ve müzisyenin fotoğraflarını çekti, Orhon. Bunların başında da Barış Manço geliyordu. 72 çekmece içerisinde korunan binlerce negatif ile çok sayıda stüdyo fotoğrafı vardı arşivinde. Bu arşivde portreler, gelin-damat, çocuk fotoğrafları ve Kadıköy’ün konakları ve camilerinin fotoğrafları da bulunmaktaydı. Kadıköy’ün görsel belleği, Orhon’un stüdyosundaydı, diyebiliriz. Kızı Zeynep Orhon Targaç bu arşivi Şehir Üniversitesi’ne bağışladı. Fakat üniversite Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kapatıldı ve arşivin akıbetiyle ilgili kesin bir bilgi yok.

“Arşivim Yahudi Müzesi’ne emanet”

Birçok fotoğraf kitabına imza atan, 1979 yılında bu yana Türkiye Yahudi Toplumu’nun fotoğraf sanatçılarından olan Alberto Modiano, arşivini güvenli ellere teslim etmiş:

Musevi cemaati içerisinde 13 yıllık kariyerimde çektiğim düğün fotoğraflarımı, CD’lerimi ve filmlerimi İstanbul’daki Yahudi Müzesi’ne hediye ettim. Aynı zamanda bir vakıf da olan bu müzeye kalacak her şeyim.”

“Fotoğraf alanında bir kurumsallaşma yok”

Türkiye’nin görsel hafızasını oluşturan fotoğraf arşivlerinin bu denli sahipsiz, öksüz kalmasının gerisinde hangi nedenler yatıyor? Marmara Üniversitesi Fotoğraf Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Çolak’a göre en temel problem, Türkiye’de fotoğraf alanında bir kurumlaşma olmaması:

Bellek oluşturmayı fotoğrafçılardan beklememiz çok doğru değil. Çünkü fotoğraf sanatıyla uğraşmak başka bir şey, müzecilik, arşivcilik başka bir şey. Biz bu işi kendi içinde nasıl kurumsal bir noktaya taşırız, nasıl güvenilir, özerk bir kurum oluşturabiliriz, bunu tartışmalıyız. Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu (TFSF) kurulduğunda da amacının bu olacağını düşünüyordum. Ancak böyle bir yerin öncülüğünde projelendirme yapılabilir, belki Kültür Bakanlığı’ndan da destek alınabilir.”

SÜRECEK…

Exit mobile version